Bu sayfada yalnızca halk ve divan şairlerine yer verilmiştir. Sıralama şairlerin adlarının ilk harfleri esas alınarak yapılmıştır.
ABDULLAH EROL [EROZAN (1962 – )]

Halk şairi. Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Karalık köyünde doğdu. İlkokulu köyünde zorluklar içinde bitirdi. Babasının yaşlı olması nedeniyle evin geçimini üstlendi. Öğrenimini sürdüremedi. Küçük yaşta gurbete çıktı. Gurbette geçen günler âşığın sıla özlemini kamçıladı. Saz çalmaya, türkü söylemeye başladı; dertlerini, sıla özlemini böyle gidermeye çalıştı.
Âşık bir ara turist olarak Almanya’ya gitti. Sazını, sözünü orada da dinletti; ama umduğunu bulamamış. Çeşitli olumsuzluklar yaşadıktan sonra yurda oöndü.
Şiirlerinde “Er Ozan” mahlasını kullandı. Şiirlerinin konusunu ağırlıklı olarak sıla özlemi, köy yaşantısı, geçim sıkıntısı oluşturdu. Şiirlerinin bestesini de kendi yaptı.
1987 yılında güç bela evlenerek bir yuva kurdu.
Belli bir mesleği olmayan, daha çok inşaatçılıkla uğraşan âşık, 1976 yılında İzmir’de düzenlenen ege bölgesi Altın Mikrofon Ses Yarışması’nda ikincilik; 1985’te de İstanbul’da Bahar Kasetçilik tarafından düzenlenen ses yarışmasında derece aldı.
Âşığa Ege Bölgesi Altın Ses Yarışması’nda ikincilik kazandıran şiir:
GARİP GARİP
Bir garip gurbete düşse eğer,
Perişan, derbeder, hâl garip garip.
Şu fani dünyada derde kul olmuş,
Sazı figan eder, dil garip garip.
Şu yüce dağları yel gibi aşmış,
Aşkın kazanında kaynamış coşmuş.
Daha genç yaşında gurbete düşmüş,
Kendi figan eder, yol garip garip.
Garip figan etmiş, dağlar inlemiş,
Feryadını akan sular dinlemiş,
Er Ozan ah etmiş, kimler anlamış,
Teller figan eder, kul garip garip.
AHMET YETİM (1947 – 2016)

Halk şairi. Avcı Şair olarak bilinen Ahmet Yetim, 1947 yılında Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesi Akçakışla Köyü’nde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Akdağmadeni’nde tamamladı. Ankara’da kalorifer tesisatçılığı yaptı. 12 yıl Ankara’da çalıştı. Türkiye’nin birçok bölgesinde resmî kurumlarda iş hizmetinde bulundu. Askerlik hizmetinden sonra Yozgat’ta aynı işini sürdürdü. 2005 yılında emekli oldu. Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliğinin ve Avcılar Kulübünün üyesidir.
Yöresel gazetelerde şiirleri yayımlanmış olan şairimiz, özel televizyon kanallarında şiir programlarına çıkmış, Bozok Şairler ve Âşıklar Şöleni’ne katılmıştır.
Şiirlerinde “Yetimî” mahlasını kullanan şair, evli ve dört çocuk babasıdır. Şairin “Yüreğimi Kollarımda Sararım” adlı bir şiir kitabı vardır.
Şiirlerinden bir örnek:
İÇİMDE YANGINSIN
Bağrımdan sökülmez derine daldı,
Çekmez hançerini, paslanır durur.
Yâr benim başımı sevdaya saldı,
Gayrı kirpiklerim ıslanır durur.
Umudu hasreti birlikte tattım,
Çileyi acıyı kendime sattım,
Sanki başım alıp dağlara gittim,
Gönlüm bir hasrete yaslanır durur.
Delidir düşlerim, geceler bitmez,
Sürerim kervanı, menzile gitmez,,
Bülbül yaralanmış, bir daha ötmez,
İner enginlere, uslanır durur,
Avcıyım, peşine düştüm maralım,
İçimde yangınsın bahtı karalım,
Gönül yarasını nasıl saralım?
Elin değse yaram süslenir durur.
Yetimi’yim, sarpa sardı yollarım,
Bu gidişle nasıl olur hallarım?
Yüreğimi kollarımda sallarım,
Çıkıp yollarına, seslenir durur.
AKİF PAŞA [BOZOKLU MEHMET (1987-1845)]

Divan şairi ve devlet adamı. 1797 yılında Yozgat’ta doğdu. Öğrenimini Yozgat’ta yaptı. 1814’te İstanbul’a geldi. Divan-ı Hümayun Kalemine girdi. Hem büyük yeteneği hem de Reisülküttap olan amcası Mustafa Efendi’nin himayesinde hızla yükseldi. Sırasıyla ametçi, beylikçi, reisülküttap oldu. Resiülküttaplık Hariciye Nazırlığı (Dış İşleri Bakanlığı) na çevrilince vezir rütbesiyle Osmanlı Devleti’nin ilk Hariciye Nazırı oldu. Yaşadığı bir olay nedeniyle görevinden alındı. Daha sonra Dahiliye Nazırı (İç İşleri Bakanı) oldu. Bir zaman sonra Kocaeli Mutasarrıflığı’na gönderildi. Geçirdiği bir soruşturma sonucu iki yıl sürgüne mahkûm edildi. 1845’te İskenderiye’de öldü.
Akif Paşa Yozgat’ın bilinen ilk divan şairi olması açısından önem taşır.
Yapıtları: Tabsıra, Münşeat-ı Elhac Âkif Efendi ve Divançe, Eser-i Âkif Paşa, Muharrerat-ı Hususiye-i Âkif Paşa.
Divan şairi olmasına karşın hece ölçüsüyle yazdığı bir mersiye (övgü şiiri) vardır:
MERSİYE
Tıfl-ı nazenimin unutmam seni,
Günler, aylar değil geçse de yıllar.
Telihkâm eyledi fırakın beni,
Çıkar mı hatırdan o tatlı diller?
Kıyılamaz iken öpmeye tenin,
Şimdi ne hâldedir nazik bedenin,
Andıkça gülşende gonca dehenin,
Yansın ahım ile kül olsun güller.
Tegayyürler gelüp cism-i semine,
Döküldü mü siyah ebruvebine,
Yayıldı mı sırma saçlar zemine,
Dağıldı mı kokladığım sümbüller?
Feleğin kinesi yerin buldu mu,
Gül yanağın rengi ruyin soldu mu,
Acaba çürüyüp toprak oldu mu,
Öpüp okşadığım o pamuk eller.
ÂŞIK DEMLÎ [(HASAN COŞKUN (1887 – 1965)]
Asıl adı Hasan Coşkun olan âşık, 1887 yılında Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Ahmetfakılı köyünde doğdu. İlk dinî derslerini köyünde aldıktan sonra eğitimini sürdürmek üzere Kayseri’ye gitti ve orada medrese eğitimini tamamladı.
Askerliğini yedek subay olarak yaptı ve Kurtuluş Savaşı’nda Garp Cephesi’nde görev aldı. Askerin moralini yükseltmek ve onları coşturmak için şiirler söyledi. İsyanlara karşı öğütler verdi. Ateşli bir hatip olduğunu verdiği hutbelerle gösterdi.
Demlî, İstiklal Savaşı’nda üsteğmen rütbesi ile Sarıklı Mücahitler Ordusu’na katıldı. Askerin moralini yükseltici konuşmaları, kasideleri ve şiirleri komutanlarca takdirle karşılandı. 9 Eylül 1922’de Yunanlıların İzmir’de denize dökülüşüyle ilgili olarak yazdığı “Neşide-i Meserret Yunanlılara Nasihat” şiiri onlara ders niteliğindeydi.
Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas illerinde öğüt memuru olarak görev yaptı, öğütleri ve hutbeleri çoğaltılarak halka dağıtıldı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Sorgun Müftülüğüne atandı ve oradan da Kars’a müftü olarak gönderildi. Kars’tan sonra Polatlı’ya oradan da Eskişehir’e atandı. Camideki vaazları ve öğütlerinde yaptığı kasideli, şiirli ve el kol hareketleriyle karışık heyecanlı söylevleri; ulusal bayramlarda yaptığı konuşmalar ve okuduğu coşkulu şiirler nedeniyle kendisine “Deli Molla” dendi. Bazı gazete ve dergilerde çıkan yazı ve şiirlerinde de “Demlî” takma adını kullandı.
Müslümanlığı sade ve samimi olarak yaşamayı benimseyen Demlî, muska yazmak gibi işleri de sevmezdi. Bilimi, fenni, uygarlığı destekler ve demokrasinin erdemlerine inanırdı. Çok iyi derecede Arapça ve Farsça bildiği için öğrenciler de yetiştirdi. Bunlardan biri Âşık Sıtkı’dır.
Demlî’nin şiirlerini Arap harfleriyle yazdığı defteri, torunu Nevzat Coşkun öldükten sonra evinin çatı katında kaybolmuştur. Bu nedenle Demlî’nin çok az sayıda şiiri günümüze gelmiştir. Bunlardan da torunlarının ve sevenlerinin ezberledikleri ya da küçük kâğıtlarda yazılı olanlardan ibaret olup çok azı yayımlanabilmiştir.
Eldeki çok az şiiri Demlî’nin edebi kişiliği hakkında kanaat belirtmeyi güçleştirmektedir. Bunun yanında mevcut şiirlerindeki konuların üç temel üzerinde yoğunlaştığı söylenebilir: Birincisi, kendisine “Deli Molla” lakabının verilmesine yol açan İstiklâl Savaşı yıllarındaki çalışmalarını ve vatan duygusunu dile getiren kahramanlık şiirleri; ikincisi, dini şiirleri; üçüncüsü ise hazır cevap biri olarak yazdığı dörtlük ve ikiliklerle karşımıza çıkan hiciv şiirleri ve manzum nüktelerdir.
Söz konusu şiirlerin tamamında hece ölçüsünü kullandı. Koşma biçimindeki bu şiirlerin bazılarında ise mahlas bulunmamaktadır. Ele geçen şiirleri arasında bulunan “semaver” konulu bir şiiri ise muhtemelen Kars’ta görev yaptığı yıllarda tanıdığı Doğu Anadolu Bölgesi âşıklarının etkisiyle kaleme alınmış olmalıdır. Demlî’nin şiir açısından zayıf olan bu manzumelerinde dış yapıya dair önemli kusurlar da bulunmaktadır, ancak bunların şairden mi yoksa kaynak kişilerden mi kaynaklandığını saptamak olanaklı görünmemektedir.
Sonuç olarak Demlî’nin medresede öğrenim gören biri olarak klasik şiiri tanıdığı, İstiklâl Savaşı yıllarında halka ulusal mücadeleyi anlatması nedeniyle kolay anlaşılır şiirler yazdığı, Kars’ta bulunduğu yıllarda Doğu Anadolu’daki âşıklık geleneği hakkında bilgi sahibi olduğu ve eldeki şiirlerini de bu çerçevede oluşturduğu söylenebilir.
Demlî 20 Ocak 1965’te öldü.
Şiirlerinden bir örnek:
KAYMAKAM ŞEVKİ BEY’E
SESLENİŞ
Şevket-i şanına yandığım genç Türk,
Ne çabuk kazayı mahsun edersin.
Havza-i Devlet’te payidar ol da,
Bir gün vali olur avdet edersin.
Sağ ol da Sorgun’u dilden bırakma,
Takdir edemedik kusura bakma,
Ateş-i hicrinle bizleri yakma,
Gahi selam yazar memnun edersin.
Anadolu öz gülüsün meleğim,
Türk bağının sümbülüsün çiçeğim,
Cumhuriyet bülbülüsün a beğim,
Savcı ile selametle gidersin.
Gerçi yaşın ufak, idaren kâmil,
Azmine hiç kimse olamaz hail,
Böyle ayrılığa değiliz kail,
Demlî’yi hasretle dilgir edersin.
Kaynaklar:
1. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/demli-deli-molla-hasan-coskun
2. http://www.duralidogan.com/yazar.asp?yaziID=311
ÂŞIK DİNDARİ [MUHİTTİN KAYNAR (1901 – 1966)]

Halk şairi. 1901 yılında Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Alcı köyünde doğdu. Ailesi yoksul olduğu için okuma olanağı bulamadı. İlkokul üçüncü sınıftan ayrıldı. Çalkantılı bir yaşam sürdü.
Şairliğe başlayışı şöyle anlatılır: On bir yaşında babasından dayak yiyip evden kaçmış. Köyün Beşpınar mevkiinde kavakların dibine yatmış. Uykusunda bir düş görmüş. Üç nurani yüzlü kişi ellerinde birer bardak şerbet sunmuşlar ona. Birisi, “Uyandıralım, tümünü içsin.”; diğeri, “Aklını yitirir, daha küçük.”; üçüncüsü de, “Bir yudum verelim.” demiş. Muhittin Kaynar o şerbetten bir yudum içmiş. Kendinden geçmiş olarak eve gelip yatmış. Ağzına geleni söylemeye başlamış. Annesi çocuğa bir şey oldu diye çok korkmuş.
Ertesi gün Yortan köyünde düğün varmış. İlk şiirini burada söylemiş. Dili açılan Âşık, Dindari takma adını o gece almış. 54 yıl âşıklık geleneğini yaşatmaya çalışmış. Şiirler, türküler, destanlar söylemiş.
Yaşamının son günlerini Ankara’da geçiren âşık, şiirlerinde hece ölçüsünü ustalıkla kullandı; daha çok koşma ve destan türünde şiirler yazdı.
İlk şiir kitabını “Eskimeyen Aşk” adıyla 1965’te yayımladı.
1966 yılında Ankara’da öldü.
Kitabının görseli:

Şiirlerinden bir örnek:
GELİN ALAYINA
Sabahtan rastladım ben bir yosmaya,
Yıkılmış çehreler, hâller perişan.
Karışmış zülüfler, örtmüş yüzünü,
Toplanmaz bir yere, teller üşümüş.
Rüzgâr değer, zülüfleri dağılır,
Ala gözler sağa sola çevrilir,
Al duvağı pembe yüzden sıyrılır,
Dizgin tutan güzel eller üşümüş.
Sarıya meyaldir takım elbise,
Hiç zulüm çekip de düşmemiş yasa,
Cennetlik yanaktan alanlar buse,
Sızıyor dudaktan, ballar üşümüş.
İnci dizisidir dişler sırası,
Kirpikler ok gibi kudret karası,
Bir buğday eninde kaşlar arası,
Solmamış yanakta güller üşümüş.
Güzeli methetmek Muhittin işi,
Bir ceylan yavrusu, yirmidir yaşı,
Ya Rab nittin halkı yakan güneşi,
Baksana o nazlı kullar üşümüş.
ÂŞIK DURAK GÖKTAŞ (1949 – )
1 Ocak 1949’da Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Muğallı köyünde doğdu. Yeri yaşına dek köyde yaşadı. Köyünde okul olmadığı için ilkokulu yakınlarındaki Salur köyünde zor koşullar altında bitirdi.
Daha yedi yaşındayken saza çok merakı vardı. Evdeki kepçelere tel takıp saz gibi yaptı . Onunla iyi kötü çalmaya çalıştı. Kendi ifadesiyle çat pat bir şeyler öğrendi. Bir ustadan saz öğrenme olanağı bulamadı.
18 yaşında askere gitti. Dönüşünde Kayseri Emniyet Müdürlüğünde işe başladı. Emniyetten emekli oldu.
Çok fazla şiir yazdı. Çok sayıda türkünün sahibi oldu. Bunlardan bazılarını katıldığı çeşitli şölenlerde, düğün ve gecelerde söyledi. Birkaç kaset çıkardı. Şiirlerini 2002’de “Yozgatlı Halk Ozanı Âşık Durak Göktaş’ın Dilinden” adıyla yayımladı.
Âşık Durak Göktaş hâlen Ankara’da oturmaktadır. Evli ve beş çocuk babasıdır.
Kitabının görseli:
Şiirlerinden bir örnek:
SENİNLE BERABER
Seninle beraber doğduk,
Benden farklı görünüyon.
Her şeyiniz bende ayrı,
Benden farklı görünüyon.
Sende para, bizde yara,
Konuşuyon dura dura,
Konuşturur seni para,
Benden farklı görünüyon.
Ne var ki ayrı olacak?
Dünya sana mı kalacak?
Benim sonum ne olacak?
Benden farklı görünüyon.
Bırak Durak’ı halına,
Zehir katma ki balıma,
Bırak gideyim yoluma,
Benden farklı görünüyon.
ÂŞIK GAMLI [BEKİR DURAK GÜLSOY (1883 – )
1883’te Yozgat’ın Yukarı Nohutlu Mahallesi’nde doğdu. Babasının adı Hafız Veli Efendi’dir.
Divanlızade Ali Efendi Medresesinde öğrenim gören Gamlı, babasının ölümü üzerine Sağır Mustafa Ağa Camisi’nde imam olarak hayata atıldı. Sağır Mustafa Ağa Medresesinde öğrenci olan Hüzni ile bu sırada tanıştı. Çevrelerindeki diğer şair arkadaşları ile geceli gündüzlü şiir sohbetlerine dalarak derslerini ihmal eden, derin düşüncelere dalıp yemeden içmeden kesilen Gamlı’nın anne ve babasının, “Bu çocuk âşık mı olacak?” “endişesiyle” şiir defterini yakmaları Gamlı’yı çok üzdü. :u üzüntüyle şiir yazma yeteneğini yitirdi.
Ölümünden iki yıl önce Yozgatlı araştırmacı Mahmut Işıtman ziyaretine giderek elinde mevcut olan 30 kadar şiirini saptamış ve bir kısmını yayımlamıştır.
Elimizde bulunan çok az şiirinden biri aruz vezniyle yazılmış, birisi de Arapça mısralara sahiptir. Diğer şiirleri hece vezni ve koşma biçimindedir.
Gamlı’nın şiirlerinde kullandığı ayaklar; diğer Yozgatlı şairlere, özellikle Hüzni’ye olan yakınlığını göstermektedir.
Bütün Yozgatlı şairlerde etkisini gördüğümüz Tokatlı Nuri, Gamlı’nın da üstadı durumundadır. Ancak bu etkilenme usta-çırak ilişkisi içerisinde değildir. Hüzni gibi şairlerle bir arada bulunup aynı medreselerde, aynı hocalardan dersler alan Gamlı’nın Arapça bilmesi, hece ve aruzu şiirlerinde birlikte kullanması ve imamlık yapması birçok Yozgatlı şairle ortak tarafıdır. Bu nedenle Gamlı, “kendine özgü” bir şair olmaktan çok bir geleneğin devamcısıdır.
Âşık Gamli 1934’te Yozgat’ta öldü.
Kaynak: http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/gamli-bekir-durak-gursoy
ÂŞIK GÜLBAHÇE [SALİM GÜLBAHÇE (1958 – )]
Halk şairi. 1958’de Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Taşpınar köyünde doğdu. Üç yaşındayken ailesi Yozgat’a göç etti. İlk ve ortaöğrenimini Yozgat’ta tamamladı. Üniversiteye gittiyse de çeşitli nedenlerle ayrıldı.
Şiir yaşamına on altı on yedi yaşlarında gizemli bir duygunun rüzgârıyla başladı. Şiirlerinde Gülbahçe adını kullanarak yazmaya başladı. İlk şiirleri; 1977’de Yozgat’ta günlük çıkan, dört sayfalık Anadolu Gazetesi’nde yayımlandı. 1983’te Kültür Bakanlığı araştırma görevlileri tarafından belirlenmesi ve şiirlerinden bazı örnekler alınarak bakanlığın seçkisinde yer alması, şairin şiir yazma isteğini kamçıladı.
Bugüne dek beş yüze yakın şiir yazdı, şiirlerinden bir kısmını “Söz Var ki” adıyla bir kitapta topladı,.
Şiirlerinde ağırlıklı olarak tasavvuf, öğüt, ağıt, taşlama, övgü (methiye), gelenekler, vatan ve sevgi konusunu işledi.
1986’da Kültür Bakanlığının resmi olarak kayıtlı şairler listesine alındı ve kimlik kartı başvurusu yenilenerek 2010 yılında “Halk Şairi Bakanlık Kimliği” il kültür müdürlüğü tarafından kendisine teslim edildi.
Şair, Türkiye genelinde yapılan şiir yarışması ve şiir şöleni etkinliklerine de katılarak Yozgat’ı temsil etmektedir. Ayrıca radyo ve TV programlarındaki davetlere katılarak Türk halk edebiyatının ve halk şiirinin yaşatılması adına şiirlerinden örnekler sunarak etkinliklerini sürdürmektedir.
Yozgat, Bozlak, Türk Folkloru, Erciyes, Bozok, Sevgi Yolu, Maki gibi dergilerde ve Yozgat, Adana, Ankara vb. gibi yöresel gazetelerde değişik zamanlarda birçok şiirine yer verildi.
Şair, halk şiirinde âşıklar geleneğine uyarak şiirlerini dörtlükler biçiminde söylemektedir. Hece ölçüsünün yedili, sekizli, on birli kalıplarını kullanmaktadır.
Yozgat’ta 2006 yılında kurulan YOŞAYBİR (Yozgat Şairler ve Yazarlar Birliği) Derneğinin kurucu üyelerindendir.
Şu anda Yozgat 75. Yıl Anaokulunda memur olarak görev yapmaktadır
Evli olup biri oğlan, biri kız olmak üzere iki çocuk babasıdır.
Çeşitli kitaplarda çok sayıda şiirleri yayımlandı.
Aldığı ödüller:
1989’da Yozgat’ta yapılan Hıdırellez (Çamlıkta Eğrice) şiir yarışmasında üçüncülük
2008’de Bodrumda düzenlenen Uluslararası Şiir Şöleni’nde “Bodrum” şiiriyle mansiyon (jüri özel ödülü)
2009’da “Yozgat Güzellemesi” şiiriyle Hikmet Okuyar özel birincilik ödülü
2010’da “Çorum Güzellemesi” şiiriyle Hikmet Okuyar özel birincilik ödülü.
Kitabının görseli:

Şiirlerinden bir örnek:
YOZGAT GÜZELİ
Bir güzel gördüm ben Yozgat ilinde,
Sanki gerçek değil; rüya, düş gibi.
Bir ilvan, bir eda var dilinde,
Kanat çırpıp geçen keklik kuş gibi.
Ayrılmaz oldum, düştüm peşine,
Cihanda rastlanmaz belki eşine,
Gözlerinin şavkı düştü başıma,
Beni sersem etti yalçın taş gibi.
Yaktı, kül eyledi beni gönülden,
Çaresizim, bir şey gelmez elimden,
Düğümlendi, söz çıkmadı dilimden,
Sanki her gün içen sarhoş, keş gibi.
Bakakaldım cemaline, yüzüne,
Tipi, boran çöktü gönül yazıma,
Bir gariplik geldi bir an gözüme,
Tıpkı boza benzer, biraz şaş gibi.
Tanrı uğratmasın onu nazara,
Dil dökerken sözüm döndü azara,
Sanki tenim verdim ölüp mezara,
Her yanım tutmadı ölü, leş gibi.
Gönlüm ok ucunda, o dilber yayda,
Atarsa göremem haftada, ayda,
Gülbahçe dilberden yok sana fayda,
Beyhude bağlanma ona eş gibi.
ÂŞIK GÜLŞANİ [HAFIZ (1878 – 1918)
1878’de Yozgat Sorgun’un Dedik kasabasında doğmuştur. Dalmızrak Oğullarından Osman Ağa’nın oğludur. Üç yaşında geçirdiği çiçek hastalığından sonra görme yetisini yitirmiş ve çevrede Kör Hafız olarak anılmıştır.
Yörenin zengin ailelerinden birine bağlı olan Gülşaiî, babasının odasına gelerek sanatını icra eden âşıkları dinleme ve tanıma olanağı bulur. Odasında her kış âşık karşılaşmaları düzenleyen, ödüller veren Osman Ağa, çocuğunun yaşamının tek tesellisi olarak saza ve âşıklığa heves etmesine izin verir. Böylece odalarına gelen âşıklardan saz çalıp şiir söylemeyi öğrenen Gülşani, zaman zaman onlarla atışmalar da yaparak sanatını ilerletir. 1918’de vefat eder .
Gülşani’nin söylediği şiirlerden bazıları kendi köyünde bugün de ezgili olarak okunmaktadır. Elde üç şiiri bulunan Gülşani, okuryazar olmaması, bir mesleğinin bulunmaması, saz çalması ve şiir söylemeyi âşıklardan öğrenmesi ile Yozgatlı şairler hakkında yapılacak genellemenin dışına çıkan birkaç simadan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hakkındaki çok az bilgiye ve eldeki üç şiirine bakarak Gülşani’nin “âşıklık” geleneği içerisinde yetişen istisnai şairlerden biri olduğunu söylenebilir.
Şiirlerinden bir örnek:
KOŞMA
Bir fukara keşf-i keramet olsa,
Müzevir insana ahbap denilir.
Zengin kapısında bir hayvan ölse,
Eyvah, yazık, gönlü harap, denilir.
Fukarayı baş köşeye sürmezler,
İyi yere münasebet görmezler,
Ak sakallı olsa bir yer vermezler,
Fukara ayağa türap, denilir.
Fukara durmayıp hizmet yetirse,
Yüklese de gam yükünü götürse,
Zengin, bir mahalden beygir getirse,
Bu, halis küheylan Arap, denilir.
Gülşani çekiyor aşk mihnetini ,
Kavukçu zenginin eder methini,
Fukara çalkasa bal şerbetini,
Bal değil, yıllanmış şarap, denilir.
Kaynaklar:
1. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/gulsani-hafiz
2. Mahmut Işıtman, “Âşık Gülşanî”, Türk Folklor Araştırmaları, Sayfa: 7929-7930.
ÂŞIK HACI [HACI YUSUF ÇETİN (1940 -2008 )]

Halk şairi. 1940 yılında Yozgat’ın Çayıralan ilçesinin Aşağı Yalısaray köyünde doğdu. Yaşamının tüm maceralarını, öykülerini, şiirlerini şiir defterinde topladı.
1962 yılına dek köyünde kalan âşık, bu tarihten sonra Türkiye’nin dört köşesinde hem düşünde gördüğü kızı aramak hem de geçimini sağlamak düşüncesiyle destan satmaya karar överdi. Köyünü terk edip Kayseri’ye, sonra da Çukurova’ya gitti. Ekmek parası kazanabilmek için bahçe çapaladı. Bir süre Tarsus’ta, Mersin’de kaldı. İstanbul’a gitti.
Gurbette geçen yılların verdiği sıla özlemiyle duygu dolu şiirler söyledi. Çoğu doğaçtan söylediği şiirlerine bütün acılarını, hayallerini yansıttı. Şiirlerinde doğanın, kadının güzelliğini, haksızlıkları, zulümleri işledi.
1970’te Sarıkaya’ya yerleşti. Sık sık köyüne giderek çocukluğunun geçtiği yerlerde özlem giderip şiirler söyledi. Düşünde gördüğü kızı unutup teselliyi evlilikte, doğada ve insanlarda buldu. Zaman zaman çağırıldığı toplantı, şenlik ve düğünlerde şiirleriyle seslendi çevresindekilere.
Şiirlerinden bir örnek:
TEMBELLİK
Tembellik getirir başına bela,
Evini başına yıkar tembellik.
Tembel olan kişi kendini bilmez,
Çıkmaz bataklığa sokar tembellik.
Her an geri kalır tembelin işi,
Sararır kirpiği, paslanır dişi,
Altmışa, yetmişe varırsa yaşı,
Ejderha olsa da yıkar tembellik.
Tembellik bir huzursuzluk getirir,
İçindeki sevgiyi yer de bitirir,
Tembellik çok gerilere götürür,
Evini, malını yıkar tembellik.
Âşık Hacı tembelliği karşıyım,
Dikkat edip hâllerine şaşıyım,
Doğr’olursan doğruların eşiyim,
Sözüm gerçek, çok kötüdür tembellik.
ÂŞIK HAZANİ [ERDOĞAN BEKTAŞ (1964 – )]

Halk ozanı. Hazani mahlasını kullanan Erdoğan Bektaş, 1964 yılında Yozgat’ın Kababel köyünde doğdu. İlköğrenimini köyünde tamamladı. Daha sonra eğitimine devam edemedi. Ankara Sitelerde; pirinç döküm, polyester, marangozluk, amelelik gibi işlerle geçimini sağladı. Askerlik sonrası köyüne yerleşti.
Alevi-Bektaşî kültürüyle yetişmiş bir halk ozanıdır. Cem ayinlerinde Fuzuli, Viranî, Nesimî, Pir Sultan Abdal, Âşık Veysel gibi ozanların yapıtlarıyla tanıştı. Onlardan esinlendi. Kendi kendini eğitip geliştirmeye çalıştı. Bu amaçla Alevî-Bektaşi kökenli büyük ozanlarının yapıtlarını okudu.
1990 sonrası eğitimci, şair, yazar Yusuf Özcan ile tanıştı. Kendisinden şiir ve hece ile ilgili eğitim aldı. Yazdığı şiirleri 2010’da “Ataş da Yanar”, 2012’de “Hazan”, 2016’da “İki Kalem, Bir Yürek”, 2018’de de “Bire Doğru” adlı kitapta topladı.
Şiirlerinde geniş bir konu yelpazesi olan ozan; Allah, peygamber, insan sevgisi, iyilik, doğruluk, hak gibi konulara özel bir ağırlık verdi. Yalancılık, hırsızlık, dedikoduculuk, kıskançlık gibi olumsuz davranışları eleştirip yeren çokça şiir yazdı.
Hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinden bazılarını türküleştirdi. Bunları sazıyla âşık programlarında, şiir gecelerinde, özel programlarda çalıp söyledi.
Evli ve üç çocuk babasıdır. Köyünde yaşamakta olup geçimini çiftçilik yaparak sağlamaktadır.
Şiirlerinden bir örnek:
GÜZELDİR
Boz tarlaya sarı tohum saçmalı,
Çavdarını dane dane seçmeli,
Orak ile tırpan ile biçmeli,
Harman edip sürülmesi güzeldir.
Savurmalı sap samandan süzmeli,
Taşa verip ince ince ezmeli,
Yoğurmalı, oklavayla yazmalı,
Sac üstüne serilmesi güzeldir.
Hazan’ım sözümde hilafım yoktur,
Gözüm aç olsa da vicdanım toktur,
Emeksiz kazancın kusuru çoktur,
Alın teri görülmesi güzeldir.
ÂŞIK HÜZNİ [HİZBİ-MEHMET BAHATTİN (1879 – 1936)]

1936’da Yozgat’ta doğdu. Asıl adı Mehmet Bahattin’dir. Yozgat’ın köklü ailelerinden Keşşafzadelere mensuptur. Nakşibendî tarikatının önemli isimlerinden Mustafa Nakşî’nin soyundan gelen Mehmet Derviş Efendi’nin oğludur.
Yaklaşık 4 yaşında babasının ölmesi üzerine akrabalarının yardımıyla zor koşullarda büyüdü. Önce iptidai ve idari mekteplerinde okudu. Daha sonra ise Sağır Mustafa Ağa Medresesinde 4 yıl kadar eğitimini sürdürdü. Bu dönemde Arapça ve Farsça öğrendi, dini bilgisini pekiştirdi. Bir süre sonra koşullar daha fazla elvermeyince okuldan ayrılarak mahkemede katipliğe başladı.
Kendi döneminde yörede bilinen Gamlı, Hasta Bekir Salim gibi birçok âşık ve şairle arkadaşlık etti, deyişmelerde bulundu.
Hizbi mahlasına da kullanan Hüzni, yaklaşık 13 yıl askerlikten sonra Haymana, Zile ve Yozgat’ta imamlık yaptı.
Kısmen aruz, büyük ölçüde hece vezniyle kaleme aldığı şiirleri iki divan, bir defterde toplanmıştır. Şiirlerinde aileden gelen tasavvuf terbiyesi ve aldığı eğitimin tesirini görmek mümkündür.
Yozgatlı Hüzni, geçmişi itibariyle Nakşibendi tarikatından olduğu yolunda veriler bulunmasına karşın kendisi şiirinde Kerbela, Ehlibeyt konularını işledi ve Bektaşiliği öne çıkardı. Bu konular ilk kez ayrıntılı olarak Sayın M. Öcal Oğuz tarafından işleninceye dek de fazlaca gündeme gelmedi.
Hüzni’ye ilişkin ayrıntılı bir araştırma M. Öcal Oğuz tarafından “Yozgatlı Hüzni” (1990) adıyla yayımlandı.
Şiirlerinden bir örnek:
SEVİNİ SEVİNİ
Bugün nazlı yârdan haber
Aldım sevini sevini
Hanesine vardım akşam
Kaldım sevini sevini
Hoş temenna ettim yerden
Etti hürmet can u serden
Kollarım boynuna birden
Saldım sevini sevini
Lebleri bir oğul balı
Yanaklar elma misali
Uğrun uğrun bin şeftali
Çaldım sevini sevini
Yâri ağuşuma aldım
Zevrakı engine saldım
Hüzni aşk bahrine doldum
Daldım sevini sevini
Kaynaklar:
1. https://www.antoloji.com/yozgatli-huzni/hayati/
2. Yozgat’lı Hizbî (Hüznî) 1, Mahmut Işıtman, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Mayıs 1964, Cilt 8, Sayı 178, s. 3401, 3402, 3403.
3. Yozgat’lı Hizbî (Hüznî) 2, Mahmut Işıtman, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Mayıs 1964, Cilt 8, Sayı 179, s. 3435, 3436, 3437.
ÂŞIK İBRAHİM(? – ?)
Halk ozanı. 18. yüzyılda yaşadı. Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Bahadın beldesinde doğdu. Şiirleri sazlarla dile geldiği, plaklara okunduğu, birkaç dergide yazıldığı ve takvim yapraklarında yer almasına rağmen kimliği ile bütünleşen bir yapıt oluşmadı.
Âşık İbrahim, çevresinde “hak âşığı” unvanına kavuşan bir halk şairidir. Yaşamı halk arasında efsaneleşmiştir. Şiirlerini hece ölçüsüyle ve zamanına göre duru bir Türkçeyle yazmıştır.
Köyün hatırı sayılan büyüklerinden birine incitici bir söz söylediği söylentisi üzerine Karısı Senem’e sitem eden şu şiiri söyler ve bir süre köyden ayrılır:
SENEM’E SİTEM
Ben gidiyom, emanetin Allah’a,
Ben gidersem bu ellerde gal gayrı.
Terk eder sılayı şimdiden sonra,
Gelmeyince kadirimi bil gayrı.
Benim sevdiceğim kaşı kemandır,
Bu aşkın elinden hâlim yamandır,
Gidiyom ya geleceğim gümandır,
Helallaşak nazlı yârim gel gayrı.
Ben yolcuyum, beni yoldan eğleme,
Kement atıp yollarımı bağlama,
Bu sevdadan vazgeçilir belleme,
Senin sözün ceddimize zül gayrı.
İbrahim’im ben bu elde duramam,
Lokman Hekim gibi yaralarım saramam,
Gül yüzlümün yüzünü de göremem,
Dost bağından ayrılıyor yol gayrı.
Kaynak: Âşık İbrahim, Arif Baş, Şark Matbaası, Ankara, 1973.
ÂŞIK İFŞAİ [EŞREF (1843 – 1908)]
1843’te doğdu. Babasının adı Yusuf, annesinin adı Rahime’dir. Yozgat’tan Çorum’un Tahirabat köyüne, oradan da Çorum’un Alaca ilçesi Mehmetbeyli köyüne göç edip aynı köyde imamlık yaptı. Tarihte 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Yozgat’ta gelip yerleşti.
Medresede öğrenim gören ve yaşamını Mehmetbeyli’de imamlık yaparak geçiren İfşai’nin aynı zamanda çevresinde iyi bir hattat olarak tanındığı ifade edilmektedir.
İfşai, 1908 ‘de 65 yaşındayken Yozgat’ta öldü.
Ele geçen şiirlerinden hece ölçüsünü kullandığı sanılan İfşai’nin kendisinden sonra yetişen şairler üzerinde etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Medresede okumasının aruz veznini de kullandığını düşündürmesi gerektiriyorsa da elde herhangi bir belge bulunmadığından heceyle yazan şairler arasında değerlendirilebilir.
Şiirlerinden bir örnek:
KOŞMA
Birazcık merhamet eyle a zalim,
Nar-ı aşka sen ettin beni.
Elin koy göğsüne fikir eyle hâlim,
Bin türlü perişan sen ettin beni.
Vurdun gamzen okun aklım azdırdın,
Güya baktın şehlâ gözün süzdürdün,
Bu âşığı diyar diyar gezdirdin,
Sefil ü sergerdan sen ettin beni.
Ben bu aşk âteşin ezel görmedim,
Sen gibi nevreste güzel görmedim,
Zulmetmeyi sana muhal görmedim
Dîdeleri al kan sen ettin beni.
Ne şevk-i mihrinle bâde doldurdun,
Abes yere gül benzimi soldurdun,
Ne doğruca iltifatın kaldırdın,
Ne bir şad-ı handan sen ettin beni.
Ben sana ettikçe meyl-i muhabbet,
Ağyar ile her dem eyledin ülfet,
Ancak bize kaldı dert ile hasret,
Bir hatırı viran sen ettin beni.
Mürüvvetli murat alır dünyada
Herkes ettiğini bulur dünyada
Yok idi sırrımı bilir dünyada
Dillere destan sen ettin beni
İfşai dil hasta sen kaşı Leylâ
Gezdirme Mecnunu sahra-be-sahra
Gülzar-ı hüsnüne âşık-ı şeyda
Bülbül gibi nalân sen ettin beni
Kaynaklar:
1. Yozgat’lı Âşık İfşai, Mahmut Işıtman, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Ocak 1966, Cilt 9, Sayı 198, s. 3967, 3968.
2. Yozgat’ta Halk Şairliğinin Dünü ve Bugünü, M. Oğuz Öcal, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1994.
ÂŞIK İHSAN ŞAŞAR (1942 – )
1942’de Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Hanbaşı Mahallesi’nde, çiftçi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Resmî kaynaklara 1939 doğumlu olarak kaydedilen Âşık İhsan’ın, ailesinin soyadı önceden “Layık” iken resmî kayıtlara geçerken “Şaşar” olarak değişti.
Âşık İhsan, okul çağına gelince eğitim yaşamına Sorgun’un Yeşilyurt okulunda başlardı. Okul sıralarında ikinci sınıftan itibaren bir şiir söyleme ve yazma hevesi baş gösterdi. O yıllarda okul çapında yapılan şiir yarışmasında öğretmenler için yazdığı şiirle birincilik ödülünü aldı.
İlkokulu bitirince ailesinden dolayı çiftçilikle uğraştı. Daha çocuk yaşlardayken sesinin güzel olmasından dolayı tarlalarda, bağlarda ve düğünlerde türküler söylemeye başladı. Bu yeteneğinden dolayı çocukların alınmadığı büyükler odasına alınıp dönemin beğenilen türkülerini söyleme olanağı buldu.
Yaşamını sürdürürken hem kamyon ve minibüs şoförlüğü yayptı hem de davet edildiği yerlerde, halk meclislerinde sanatını sürdürdü.
Yozgat’ın Sorgun ilçesinde büyüdü ve âşıklık geleneğini buraya gelip kahvelerde atışmalar yapan, halk hikâyeleri anlatan ve destan satan âşıklardan öğrendi. Kendisinde bulunan âşıklık yeteneği, kasabaya gelen âşıklara olan imrenmesiyle gün yüzüne çıktı.
Askerden geldikten sonra âşıklıkla pek fazla ilgilenmedi. Özel radyo ve televizyonlar kurulmaya başladıktan sonra yerel yayın kurumlarında katıldığı programlarla âşıklığı sürdürdü.
Askerden sonra küçüklükten beri sevdiği dayısının kızıyla evlenmek istedi. Dayısının birtakım zorluklar çıkarmasına karşın kendisinin âşıklığını kullanarak durumunu şiirle anlatıp derdini dile getirmesi ve komşuları ile aile büyüklerinin araya girmesiyle bu evlilik gerçekleşti.
Yaşı ilerledikten sonra eskisi gibi çok fazla geleneği sürdürememesine karşın âşık meclislerine katılmaya çaba gösterdi.
Âşık İhsan’dan ve şiirlerinden edindiğimiz bilgilere göre, yetişmiş olduğu Sorgun’da âşıklık geleneği; köy odalarında, üzüm toplama zamanı bağlarda, düğünlerde ve kahvelerde hâlâ sürdürülmektedir.. Âşık İhsan’ın da dahil olduğu âşıklar; yörede düzenlenen şölenlerde, âşıklar bayramlarında, âşık atışmalarında âşıklık geleneğini koruyabildikleri özellikleriyle yerine getirmeye çalışmaktadırlar.
Kahvelere gelen âşıklara ilgi duyarak onlar gibi söylemeye özendiğini belirten Âşık İhsan, saz alacak parası da olmadığı için eline aldığı küreği saz gibi tutarak, bağlarda üzüm toplayan ve helkirlerde pekmez kaynatan kadınlara türküler söylemeye başladğ. Daha 15-16 yaşlarındayken bağlarda üzüm toplayan kızların söyledikleri mânilere karşılık verip onları işlerine teşvik ettiği için bağ sahipleri tarafından bağlara davet edildi.
Saz çalmayı hiç usta görmeden kendi kendine öğrendi. Bu arada Sorgun’a hangi âşık gelse onu dinlemeye gidip ondan bir şeyler öğrenmeye çalıştı. Bir kahvedeki ilk söyleyişini Hasan Ekimli’nin kahvesine gelen Çorumlu Âşık Hasan için, tepsi dolandırırken söylediği şu dörtlükle gerçekleştirdi:
Âşığın sözünde yoktur yalandır,
Demeyin ki sakın şu felan filandır,
Hasan Ustam gurbette tepsi dolandır,
Ekmeni bundan gazanmış gelmiş.
Hakkında yayımlanmış bir kitap yoktur. Şiirleri, Yılmaz Yeşil tarafından 2001’e Gazi Üniversitesinde hazırlanan bitirme tezinde bir araya getirilmiştir.
İki kız, iki oğlan dört çocuk babasıdır. Çocuklarının hepsini evlendiren Âşık İhsan eşiyle birlikte yaşamaktadır.
“Sana nasıl âşık renler?” sorusuna karşılık söylediği bir şiiri:
BİLMİYORUM NASIL
OLDUM
Bilmiyorum nasıl oldum,
Bir gecede bunu buldum,
Aşk ile sararıp soldum,
Onun için âşık derler,
Heves verdim şu sazıma,
Bir ateş düştü özüme,
Sevdam dayımın kızına,
Onun için âşık derler.
İhsan der ki neden neye,
Tutuldum kara sevdaya
Yatırdılar hastaneye,
Onun için âşık derler.
ÂŞIK KAPLANİ [(HASAN KAPLAN (1958 – )]

Halk ozanı. 2 Nisan 1958’de Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Tulum köyünde dünyaya geldi. İlkokulu köyünde bitirdi. Ortaokulu Sorgun’da ve Sorgun’a bağlı Eymir bucağında okudu. Lise öğrenimine Ankara Mustafa Kemal Lisesinde başladı. Bir yıl Samsun’da okuduktan sonra yeniden Ankara’ya döndü ve İnönü Lisesinden mezun oldu. Yükseköğrenimini Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinde tamamladı.
Küçük yaşlarda şiir yazmaya başladı. Henüz 10 yaşındayken de bağlamayı eline aldı. Onu bu konuda yönlendiren ve ilk bağlamasını kendi eliyle yapıp ona veren amcası Yusuf Kaplan oldu. Kaplani bundan sonra bağlamasını elinden bırakmaz oldu. Kendini geliştirdi. Çalıp söylediği türkülerle dikkat çekti.
1977’de halk konserleri etkinliklerine yöneldi. Aynı yıl “Halk Ozanları Kültür Derneği”ne üye oldu. Daha sonra dernekte yönetim kurulu üyeliği, genel sekreterlik ve denetleme kurulu başkanlığı görevlerinde bulundu.
Çoğunlukla Kaplani mahlasını (takma adını) kullandığı şiirlerinde hemen her tür konuyu işledi. 1980’li yılların ortalarında söylediği birçok türkü ile adı duyulan Kaplani’nin şiirlerinin bir bölümü, Metin Turan tarafından hazırlanan “Yürüyorum Dikenlerin Üstünde (1999)” adlı kitapta yayımlandı. Şiirleri ayrıca birçok dergi ve kitapta yer aldı.
Kaplani’nin tek başına ve diğer sanatçılarla birlikte albüm çalışmaları oldu. İlk kaset çalışmasını 1980’de yaptı. 1997’de “Yanar Yüreğim” adıyla bir başka kaset çıkardı.
Bugün birçok halk müziği sanatçısı tarafından okunan güzel türkülerin altında (50’nin üzerinde türkü) Hasan Kaplani’nin imzasını görüyoruz: “Yürüyorum Dikenlerin Üstünde”, “Senin Gibi Sahte Dosta inanmam”, “İkrarım İkrardır Gül Yüzlü Dostum”, ”Nazlı Yâr”, “Bahar Geldi, Yaz Gelmedi”, ”Bırak Gam Kederi Yaralı Gönül” bunlardan bazılarıdır. Kaplani’nin ayrıca “Bahar Gözlü Yârim” adlı bir şiir kitabı vardır.
Kaplani, halkın içerisinden çıkıp kendisini yetiştirmiş birisidir. Onun belki de en büyük ayrıcalığı; halk şiirini sevmiş olması, bu geleneği yaşatacak, ona saygıyla bağlı bir aileden gelmesidir.
Evli ve üç çocuk babası olan Kaplani, şiir çalışmalarının yanı sıra kaset hazırlıkları ve genç sanatçıların eğitimiyle yaşamını sürdürmektedir.
Şiirlerinden bir örnek (türkü sözü):
YÜRÜYORUM DİKENLERİN
ÜSTÜNDE
Karanlık bir gece, yol görünmüyor,
Yürüyorum dikenlerin üstünde.
Kara çalı bana aman vermiyor,
Yürüyorum dikenlerin üstünde.
Güneş erken doğup şafak sökmüyor,
Gökteki bulutu söküp atmıyor,
Ay karanlık, güneş ışık tutmuyor,
Yürüyorum dikenlerin üstünde.
Sonlanmadı menzil ile durağım,
Belki çok yakınım, belki ırağım,
Yaralandı parça parça ayağım,
Yürüyorum dikenlerin üstünde.
Yavaş yavaş ilerlerken Kaplani,
Benim ile yola çıkanlar hani,
Geri dönsem taşa tutar el beni,
Yürüyorum dikenlerin üstünde.
ÂŞIK KUL HAYDAR (1870 – 1916)
Asıl adı Haydar olan âşık, şiirlerinde Kul Haydar mahlasını kullanmıştır. 1870’te Yozgat ilinin Boğazlıyan ilçesinde doğmuştur. Bir kaynakta Sarız kasabasının Çörekdere köyünden olduğu belirtilmektedir.
Aslen Boğazlıyanlı olan Âşık Haliloğlularından Halil’in oğludur.
Kul Hakkı, önce köy imamından ders görmüş; daha sonra Kayseri’ye gelerek medrese öğrenimine başlamıştır. Medrese öğrenimini tamamladıktan sonra köyüne dönmüş; orada bir medrese inşa ederek kendi öğrencilerini yetiştirmiştir. Haydar Hoca olarak da anılan âşık; hoşsohbet, doğaçtan manzum söylemeye yatkın biri olarak anlatılmaktadır. Ayrıca halk tarafından kerametine inandıkları bir hoca/veli düzeyinde görüldüğüne ilişkin bilgiler de vardır.
Fahri Bilge defterinde Kul Haydar’a ait iki şiir bulunmaktadır (Çapraz 2008: 238-240). Bu şiirlerden ilki, tarlasına diken sökmeye giden Kul Haydar’ın köylüsü Âşık Azmi Bekir ile atışması biçimindedir. Atışmada âşıklar birbirine dinsel anlamda öğütler vermektedirler. İkinci şiir, Sarız’ın Yalak [Yeşilkent] köyünden Molla Mehmet adında birinin kız istemek için kendisine kefil olmasını istediği Kul Haydar’a çok ısrar etmesi üzerine söylenmiştir.
Kul Haydar’ın türkülü öykü niteliği gösteren çalışmaları, hece ölçüsüyle ve koşma biçiminde yazılmıştır. Öğüt verici bir söyleyişe sahip olan Kul Haydar’ın şiirlerinde yalın ve içten bir anlatım vardır. Yöre ağzı söyleyişlerin yer aldığı şiirlerinde Arapça ve Farsça sözcü ve tamlamalara fazla yer vermemiştir.
Şiirlerinden bir örnek:
KOŞMA
Kadîr Mevlâ’m meyve vermez söğüde,
Akl’olmayan çok oturur öğüde,
Bazı yerlerde kötü derler yiğide,
Yiğitler (de) neynesin day’olmayınca.
Azgın hey ağalar havalar azgın,
Şahanın avına iner mi kuzgun,
Tarlası ayrı da bideri bozgun,
Dayılar neynesin soy olmayınca.
Amana gel deli gönül amana,
Vakit âhir böyle oldu zamane,
Cevahiri denk etmişler samana,
Yük dengini bulmaz tay olmayınca.
Garip bülbül her bağçede şakımaz,
Sehere vurup tan yüzüne okumaz,
Hâlis üste çürük iplik dokuyor,
Uygun endâzede şoy olmayınca.
Kul Haydarı’m der ki herkes gülemez,
Kimi bilir hâlin kimi bilemez,
Kurtçul köpek her adamı dalamaz,
Zorbaya karışıp hay olmayınca.
Kaynak: http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/kul-haydar-yozgatli
ÂŞIK KUL YETİMİ [(MUSTAFA KARTAL (1956 – )]

Halk ozanı. 1956 yılında Yozgat’ın Çayıralan ilçesine bağlı Derekemal köyünde dünyaya geldi.
Üç yaşındayken annesini kaybetti ve öksüz kaldı. Yedi yaşına kadar üvey anne yanında büyüdü. İlkokulu yoksulluk içinde başarıyla tamamladı. Bir süre köyde çobanlık yaptı. Daha sonra Bolu ili Gerede ilçesinde Kur’an kursuna devam etti. İki yıl okuduktan sonra Kur’an kursunun kapanması sonucu köyüne döndü. İstanbul’a iş bulmak için gidip 7 yıl süreyle orada çalıştı.
1976 yılında vatani görevini yapmak üzere gittiği Ankara Etimesgut acemi birliğinde bandocu olarak görev aldı. Acemi birliğinden sonra Kırklareli 33. Tümen Bando Komutanlığı usta birliğine teslim oldu. Askerlik görevini tamamlayıp tekrar İstanbul’a döndü.
1980 yılında evlendi. Evlilik sonrası önce Konya’ya, sonra da Karaman’a yerleşti.
Şiire küçük yaşlarında rüyasında söylediği bir dörtlükle başladı. Karaman’da kurulan Âşıklar Kahvesi’nin kurucuları arasında yer aldı. Aynı dernekte iki dönem başkanlık yaptı. Bu süre içinde Konya’da yapılan Konya Âşıklar Bayramı’na katılarak başarı ve onur ödülleri kazandı. Burada Türkiye’nin birbirinden değerli birçok âşıkları ile tanıştı. Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova, Âşık Reyhani gibi üstatlarla tanışıp birlikte oldu. Türkiye’nin birçok il ve ilçesinde yapılan festivallere katılarak ödül ve plaketler aldı. Şiir antolojilerde yapıtları yayımlandı.
Asıl adı Mustafa Kartal olan ozan, şiirlerinde “Kul Yetimi” mahlasını kullanmıştır. Şiirlerinde genelde yaşadığı olayları dile getirmiş; vatan, gurbet, sıla özlemini öne çıkarmıştır. Halk şiiri tarzında yazdığı ölçülü ve uyaklı şiirlerini saz eşliğinde de söylemiş, bir müddet sonra yaşadığı üzücü bir olay sonucu saz çalmayı bırakmıştır.
Âşık Kul Yetimi, hâlen Yozgat’ın Çayıralan ilçesine bağlı Derekemal köyünde oturmaktadır. Emeklidir. Evli ve 5 çocuk babasıdır.
Âşığın “Turnalar” adında bir şiir kitabı bulunmaktadır.
Kültür ve Turizm Bakanlığından onaylı “halk ozanı” sertifikasına sahiptir.
Yer Aldığı Antolojiler:
1. Kültür Bakanlığı’nın 1992 yılında yayımladığı “Yaşayan Halk Ozanları Antolojisi”.
2. Karaman Kültür Müdürlüğünün yayımladığı “1992 Yılında Dünü ve Bugünü” adlı kitap.
3. 1997’de Ankara Mamak Belediyesinin düzenlediği “Mamak ve Çevresi” adlı şiir yarışması.
4. 1998’de Mamak Belediyesinin düzenlediği “Başkent Ankara Halk Şiirleri Yarışması.”
5. 1993’te Kültür Bakanlığının düzenlediği Atatürk konulu şiir yarışması.
6. 1995’te Karaman Kültür Müdürlüğünce düzenlenen “Geçmişten Günümüze Karaman” adlı yarışma.
7. 1997’de Karaman Kültür Müdürlüğünce yayımlanan “Karaman Şiirleri Antolojisi” kitabı.
8. Kültür Bakanlığının yayımladığı çeşitli antolojiler.
9. 1995’te Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği “Demokrasi ve Cumhuriyet- Atatürk“ adlı şiir yarışması.
10. Konya Selçuk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Ali Berat Alptekin’in görevlendirdiği Sayın Canan Coşkun tarafından hakkında hazırlanan bir tez.
Kitabının görseli:
Şiirlerinden bir örnek:
KALMADI
Bu dünya menfaat için kurulmuş,
Yazık, arkadaşla yâren kalmadı.
Koyunun postuna kurtlar bürünmüş,
İyilere kıymet veren kalmadı.
Ecel bir gün bağlar benim dilimi,
Hasta iken soran yoktu hâlimi,
Kuzgun gibi kapışırlar malımı,
Şimdi kefenimi saran kalmadı.
Kul Yetimi kıymet vermez namerde,
Sokarlar başımı bin türlü derde,
Canım kurban olsun mert oğlu merde,
Şimdi pek sözünde duran kalmadı.
ÂŞIK MECZUBİ [NURİ DOĞRUYOL (1930 – )]

Halk şairi. 8 Şubat 1930’da Yozgat’ın Yerköy ilçesinin Terzili köyünde doğdu. Şiirlerinde “Meczubi” takma adını kullandı.
1948 yılında bazı gazete ve dergilerde şiirleri yayımlanan âşık, bir eleştiri ve gülmece ustasıdır. Ancak iç dünyasında Yunus Emre gibidir. Yiğitlik, kahramanlık şiirleri yazanlar arasında da sayılı şairlerdendir.
Şairin “Yozgat’ta Parlayan Güneş, Kalbimin sesi, Şakacı Kızlar, Kıbrıs’ı Özleyiş, Ölüm Döşeği, Dedikodusuz Yuva, Dile Gelen hakikatler” adıyla yayımlanmış şiir kitapları vardır. 8’li ve 11’li hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerde duru bir Türkçe kullanmıştır.
Şiirlerinden bir örnek:
GÜZEL
Sarma her merhemi yarana sakın,
Sensin bana benden çok daha yakın,
İsyanımı hoş gör, hâlime bakın,
Kün emri sahibi, taptığım güzel.
Sığmaz kitaplara senin bu vasfın,
Bin bir ismin vardır, amma bir aslın,
Ölürsem bu yazım hatıra kalsın,
Gün oldun hayatta, taptığım güzel.
Yaz diye emrettin, yazdı kaleme,
Ne şüpheye düştüm ne de eleme,
Varlığın bildirin cümle âleme,
Ün oldun hayatta, taptığım güzel.
Arşa, kürse sahip bir nazlı yârsın,
Bulutsun, rüzgârsın, yağmursun, karsın,
Her nereye baksam orda sen varsın,
Yön oldun hayatta, sevdiğim güzel.
Ne büyük ibretler gösterdin bana,
Şükür Meczubi’yi bağladın sana,
Âşığımsın dedin, saldın meydana,
Can oldun hayatta, taptığım güzel.
ÂŞIK MUSTAFA TAŞKAYA (1959 – )

Halk şairi. 1956’da Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Akocak (Bilalik) köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu ve liseyi Sorgun’da bitirdi. Ailesi yoksul olduğu için öğrenimini sürdüremedi. Şiir yazmaya 13 yaşlarında başladı. Aynı yaşta saz çalmayı da öğrendi.
1976 yılından başlayarak ekmeğini gurbette aramaya çıktı. Baba, ata mesleği olan rençberlik gözünü, gönlünü doldurmamıştı. İstanbul’da kendine yeni bir yaşam kurdu. Bir kasetçilik ve plak şirketinde müzik çalışmalarına başladı. Şu anda da müzik çalışmalarını sürdürmektedir.
Şair, yazdığı şiirlerin hepsini kendi besteledi ve saz eşliğinde çalıp söyledi. Piyasaya kendi besteleriyle doldurduğu albümler çıkardı. Şiirlerinde sıla özlemi, yoksulluk, yozlaşan ve değişen değer yargıları, haksızlık gibi konuları işledi. Mahlas olarak kendi adı olan Mustafa’yı kullandı.
Şiirlerinden bir örnek (özgün yazımıyla):
AZ BANA TANRI’M
Al fistanı giymiş önü düğmeli,
Kiprikler ok gibi, gözler sürmeli,
Kendi selvi boylu, tombul memeli,
Böyle gözelleri yaz bana Tanrı’m.
Gözlerini yarat zeytinden siyah,
Ağzı pek ufacık, burnu topah,
Al yanah üstüne bir de ben bırah,
Böyle gözelleri yaz bana Tanrı’m.
Al fistanı giymiş, başı yazmalı,
Koluna takıp da şöyle gezmeli,
Yanak elma gibi, üstü gamzeli,
Böyle gözelleri yaz bana Tanrı’m.
Akşam geç gelince uyanık görem,
Okşayıp yüzünü, yüzüme sürem,
Eğer istiyorsa canımı verim,
Böyle gözelleri yaz bana Tanrı’m.
Mustafa der ki hâlimi sorma,
Gönlümden veririm yâre bir arsa,
Yozgat kızı olsun imkânı varsa,
Böyle gözelleri yaz bana Tanrı’m.
ÂŞIK NAZÎ (1863 – 1902)
Âşık Nazî Yozgat’ta 1863 yılında doğmuştur. Tüccar İsmail Efendi’nin oğludur. Aileleri Çekerek ilçesinin Beyyurdu Köyünden gelmedir.
Nazî’nin asıl adı Mustafa’dır. Yozgat’ta Mustafa Nazî diye tanınırdı. Yozgat çevresinde en cins at onun olurdu. En iyi ata binen, cirit oynayanlardan birisi idi.
Ölümünden yedi yıl önce bir cirit oyunu sonunda fazlasıyla terlemiş, dinlenmek için oturduğu çimenlerin üzerinde bağırsaklarını üşütmüş ve ölümüne eden olan kanlı basur hastalığına yakalanmıştır. ne yazık ki bu hastalığı yenememiş ve ömrünün son zamanlarındaki şiirlerini tutulduğu amansız dertleri anlatmakla, doktorlardan imdat istemekle ah ü figan ederek yazmıştır.
Nazî; ahengi, muhabbeti, meclisi hele güzeli ve güzel sanatları çok severdi. Şiirindeki ince sanat, onu arkadaşları arasında seçkin bir kişilik yapmıştır. Nazi’nin şiirinde mahlası gibi kibarlık ve yenilik duyulur.
Nazî 1902 tarihinde Yozgat’ta vefat etmiştir. Mezarı, Keverli Burun’dadır. Fakat yeri belli değildir. Bir ey yazma divanı mevcuttur.
Şiirlerinden bir örnek (radyo ve televizyonlarımızda severek dinlediğimiz bestelenen bozlağı):
YOZGAT BOZLAĞI (CANAN ELİ)
Bir selâm gönderdim canan eline,
Acep bu selâmlar yetişir m’ola?
Bülbül de hasrettir gonca gülüne,
Kavuşur da bir kez ötüşür m’ola?
Ölürsem gurbette suyum kim döke?
Nazlı yârim yok ki kefenim dike,
Yârim hasretinle dert çeke çeke,
Açılan yareler bitişir m’ola?
Eser bad-ı saba, değer sam yeli,
Hey biçare Nazi yâr da sam gibi,
Var mıdır âlemde olmuş ben gibi,
Ciğerinden yanıp tutuşur m’ola?
Kaynak: https://yozgat.ktb.gov.tr/TR-105167/asik-nazi.html
ÂŞIK SEFİL DÖNDÜ [DÖNDÜ AKDEMİR (1942 – 2017)]

Asıl adı Döndü Akdemir olan Âşık Sefil Döndü, 12 Mart 1942’de Yozgat’ın Sorgun ilçesi Çayözü köyünde yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Çok istemesine karşın öğrenim yaşamı ilkokulla birlikte sona erdi.
Çocukluğu ve gençliği çok zor koşullar altında geçti. Ailesi tarafından bir erkek gibi yetiştirildi. Çift sürüyor, bağ belliyor, bostan ekiyor, arıcılık ve besicilikle uğraşıyor, kısacası bir erkeğin yapması gereken hemen her işi yapıyordu. Bir yandan da kilim dokuyor, yorgan köpüyor, dikiş dikiyordu.
Annesi öldükten sonra babası beş kez daha evlendiği için analık elinde ve baskı altında büyüdü. Erken yaşta evlendirildi. Ancak bu kez de kayınbabasının eziyetiyle karşılaştı. İlk iki çocuğunun kız olması nedeniyle hakaretlere uğradı. İkinci kızı bakımsızlıktan öldü. Üçüncü çocuğu erkek oldu. Mehmet Emin adını verdikleri bu çocuk daha bir yaşındayken amansız bir hastalığa yakalandı. Ne yaptılarsa hastalığından kurtaramadılar onu. Mehmet’in bu acılı yaşamı 30 yaşında son buldu.
Mehmet’in ölümü Döndü’yü derinden yaraladı. Evlat acısı, o güne dek çektiği tüm acıları unutturmuştu. Bundan daha büyük acı ne olabilirdi ki?..
Yoksulluk çektikleri için eşi zaman zaman gurbete çalışmaya gitti. Bu nedenle arkasında eşinin desteğini hissedemedi. Yaşadığı zorluk ve acıları tek başına göğüslemek zorunda kaldı.
Kendi anlatımıyla, oğlunun ölümünden sonra düşünde şiirler, mâniler duymaya başladı. Bundan esinlenerek her gün düşünde duyduğu şiirleri kaleme aldı. Döndü Hanım, böyle bir olay sonucu şairliğe başladı. Şiirlerinde “Sefil Döndü” mahlasını kullandı ve Âşık Sefil Döndü olarak Yozgat halk âşıkları arasındaki yerini aldı. Köyüne, yöre yaşamını gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla “Sefil Döndü Otantik Müzesi” kurarak da önemli bir kültür hizmetine öncülük etti.
Sekiz çocuk annesi olan Âşık Sefil Döndü de diğer halk ozanları gibi yaşadıklarından esinlenerek yazmıştır şiirlerini. Bu yüzden yaşadığı o büyük acının etkileri; çoğu şiirlerine, özellikle de ilk yazdıklarına yansımıştır. Dağda, taşta, esen yelde, uçan kuşta, yağmurda, karda, kışta, hep ölen oğlu Mehmet’i anımsamıştır.
Ozanın “İçimdekiler” ve “Dağarcığımda Anadolu’nun Özverisi” adıyla yayımlanmış iki kitabı vardır.
Kitaplarının görselleri:

Şiirlerinden bir örnek:
YOZGAT SANA
SEVDALIYIM
Çamlık’ın yaylası serin,
Sarı çamlar nefes verin,
Kefenimi burda sarın,
Yozgat sana sevdalıyım.
Aşkın çilesi bitmez,
Her dalında bülbül ötmez,
Bu sevdaya ömür yetmez,
Yozgat sana sevdalıyım.
Doğduğum Bozok Yaylası,
Burdan çıkar yiğit hası,
Sürmeli söyler nefesi;
Yozgat sana sevdalıyım.
Temizdir suyu, havası,
Bol verimlidir ovası,
Döndü’m artıyor sevdası,
Yozgat sana sevdalıyım.
ÂŞIK SITKI BABA [SITKI GÖK (1896 – 1961)]
Halk şairi. 1896 yılında Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Tiftik köyünde doğdu. Asıl adı Sıtkı Gök olan şair küçük yaşlarda aynı köyde imamlık yapan Hafız Hoca’dan Kur’an öğrendi. Sonra Konya’da medrese öğrenimi gördü. Sorgun’un çeşitli köylerinde ve kendi köyünde imamlık yaptı. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda hem Arapça hem Türkçe öğretmenliği yaptı. Sayısız öğrenci yetiştirdi.
Asıl mesleği olan imamlığı bıraktıktan sonra çiftçilik yapmaya başladı. Bu ara Abdulgadir Geylani Tarikati’ne girdi. Ünlü şiirlerini undan sonra yazmaya başladı.
Şair şiirlerinde daha çok tasavvufi konuları işledi. Dönemine göre oldukça yalın bir Türkçe kullandı. Şair için şiirlerini genellikle kaside tarzında yazdığı söyleniyorsa da dikkatli incelendiğinde bunların biçim olarak koşmaya benzediği ve hece ölçüsüyle yazıldığı görülür. Şiirlerinde 8’li ve 11’li hece ölçülerini kullanmıştır. Çoğu şiirleri yol gösterici ve öğüt vericidir.
Şiirlerinden bir örnek:
YALVARIRIM GÖNÜL
SANA
Yalvarırım gönül sana,
Terk eyleme, kıl namazı.
Elinde var iken fırsat,
Terk eyleme, kıl namazı.
Aman tembel tembel yatma,
Şeytanın sözüne gitme,
Nefsin dediğini etme,
Terk eyleme, kıl namazı.
Kabul olmaz dilekleri,
Boşa gider emekleri,
Çok incinir melekleri,
Terk eyleme, kıl namazı.
Kulum değil, dedi Allah,
Lanete müstahak billah,
Şeytana yakındır vallah,
Terk eyleme, kıl namazı.
Demir taraktan tararlar,
Tenin toprağa kararlar,
Kalbinde iman ararlar,
Terk eyleme, kıl namazı.
İki melek gelir sana,
Der ne ettin, oku bana,
Cevap veremezsin ona,
Terk eyleme, kıl namazı.
Orda sana kulum demez,
Huzurundan kovar, komaz,
Müminin senedi namaz,
Terk eyleme, kıl namazı.
Ey Sıtkı kendine gelsen,
Namazın kıymetin bilsen,
İki cihan gülem dersen,
Terk eyleme, kıl namazı.
ÂŞIK YÜKSELÎ [OSMAN YÜKSEL (1946 – )] *

Halk ozanı. 20.09.1946’da Yozgat Merkez ilçeye bağlı Yudan köyünde doğdu. İlkokulu bitirdi. Askerlik dönemine dek inşaat ustalığı yaptı. Asker dönüşü 1972 yılında Millî Eğitim Bakanlığına odacı olarak girdi. 1974’te itibaren evrak dağıtıcılığına geçti. Çeşitli bakanlık kuruluşlarında görev yaptı. 1979 yılında Yozgat Millî Eğitim Müdürlüğü evrak kaydına atandı. 1993’te emekli oldu
2003 yılında “Hoş Kokan Güller”, 2011’de de “Birliğe Çağrı” adlı şiir kitaplarını çıkardı. Güzelleme, taşlama, koşma, ağıt, uzun hava, mâni ve kahramanlık türküleri yazdı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından halk ozanı olduğu tescil edildi ve ozanlık kimlik belgesi aldı.
Şiirlerinde “Yükselî” takma adını kullanan ozan, Yozgat’ta yapılan çeşitli yarışmalarda ödüller aldı.
Kitaplarının görseli:

Şiirlerinden Bir Örnek:
BU SABAH
Bilmem ki karşıma nereden çıktın?
Yüreğime alev saldın bu sabah.
Dünyamı başıma bir daha yıktın,
Aklımı başımdan aldın bu sabah.
Nefsimi sakındım karadan, kinden,
Sana zarar gelmez sevdiğim benden,
Usanıp bıkmadım billahi senden,
Bağrımı taşlara çaldın bu sabah.
Arzunsa boy değil, güzel huy idi,
Hani sevgi, saygı, sevda pay idi,
Kırk yıl önce sözleşmemiz ney idi?
Gönlümün gamını sildin bu sabah
İlhamlar yükledin gamlı özüme,
Ezelden vurgundum tatlı sözüne,
Hâlâ tebessümle bakan gözüme,
Şu ruh kovanımda baldın bu sabah.
Gamla keder sarmış idi sinemi,
Yine bürünmüşsün pullu yemeni,
Geldin şenlendirdin gönül hanemi,
Gülmezken yüzüme güldün bu sabah.
Bakmadın yüzüme asla el gibi,
Yanakların al al hala gül gibi,
Coşturdun Yükselî azgın sel gibi,
Yâr gönül deryama daldın bu sabah.
* Âşık Yükseli hakkında Prof. Dr. İsmet Çetin’in de bir araştırma ve incelemesi vardır: Millî Folklor Dergisi, Yozgatlı Âşık Yükselî, Bahar 2000, Cilt 6, Sayı 45, s. 63.
ÂŞIK ZARİ [AHMET KÂMİL TANRIDAĞ (1852 – 1941)]
1852’de Yozgat’ta doğdu. İlk öğrenimini mahalle mektebinde yaptı. Daha sonra Yozgat Demirli Medreseye girdi ve buradan diploma aldı.
Çevrede Şemsi’nin Kamil Efendi namıyla tanınırdı. Evkaf kâtipliğinde memuriyete başladı.ve çeşitli memuriyetlerde bulunduktan sonra maliyeden emekli oldu.
1941 yılında Yozgat’ta ölen Zari, hece yanında aruzlu şiirler de yazmış bir kalem şairidir.
Şiirlerinden bir örnek:
KOŞMA
Eğer gider isen Bozok iline,
Bir selamım götür vatana bülbül.
Kon bizim bahçenin mahzun gülüne,
Başla benim gibi figana bülbül.
Gönül hastasıyım, hâlim soran yok,
Gam yükün yüklendim hicrandan artık,
Ahbab-ı yarana selam söyle çok,
Bir de başkaca canana bülbül.
Gurbette mahzunum, gözüm yollarda,
Aktı didem yaşı, indi sellerde,
Sen de benim gibi gurbet illerde,
Gül ara, feryat et divane bülbül.
Böyle imiş alnımızın yazısı,
Vatan muhabbeti, evlat arzusu,
Bekliyor Zarı’nin bunca kuzusu,
Gönülde hemanca bir dane imiş.
Kaynaklar:
1. https://www.turkudostlari.net/kimdir.asp?kim=760
2. Âşık Zari, Mahmut Işıtman, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Eylül 1968, Cilt 11, Sayı 230, s. 5066-5067.
ÂŞIK ZEMİNÎ [HAŞİM (1838 – 1908)]
Asıl adı Haşim’dir. Hakkında çok az çalışma yapılan halk şairinin yaşamı hakkında kaynaklarda çok fazla bilgi yoktur.
Şiirlerinde Zeminî mahlasını kullanan âşık, halk arasında “Yarım’ın Haşim Baba” olarak da bilinir. Doğum yeri Yozgat’tır.
II. Meşrutiyet’in ilânında yetmiş yaşında olduğu bildirilen Zeminî’nin doğum tarihi kesin olmamakla birlikte bazı kaynaklarda 1838 yılı gösterilmektedir. Dava vekilliği, esnaf kâhyalığı gibi görevlerde bulunan şairin 1908 yılında vefat ettiği bilinmektedir.
Bir kitabı saptanamayan Zeminî’nin şiirlerinin bir kısmı, Rahmetli Mahmut Işıtmandaki cönklerdedir.
Şiirlerini hem hece hem de aruz vezniyle yazan Zeminî, 11’li heceyle koşma ve destan yazarken ayrıca aruzla gazel biçiminde bir de şiiri bulunmaktadır.
Eldeki şiirleri Zeminî’nin güçlü bir şair olup olmadığını anlamaya yetmiyorsa da Yozgat’taki medreselerde yetişen şairler grubu içerisinde yer aldığı, XIX. yüzyılda yetişen birçok Yozgatlı şairden yaşça büyük olduğu için üstat olarak görüldüğü söylenebilir.
Gençlik yıllarında içki ve eğlenceye düşkünlüğüyle tanınan Zeminî’nin oldukça keskin hicivler yazan, Bektaşi meşrep bir şair olduğu bildirilmektedir. Yaşının ilerleyen yıllarında içki ve eğlenceyi bırakmış ve Rufaî Tarikatı’na katılmıştır.
Şiirlerinden bir örnek:
BİR ACAYİP ZAMAN
Bir acayip zaman içinde kaldık,
Bela sitem gelir hep ive ive.
Züğürtlük dert ile hayıra daldık,
Biz dilenci olduk, paralar cıva.
Ekserisi terk eyledi namazı,
İbadet, itaat, naz-ı niyazı,
Ekmek tavşan oldu, biz olduk tazı,
Yorulduk, yoşulduk hep kova kova
Hak sahibi gelir, başa derilir,
Yaka paça mahkemeye varılır,
Ne matlubat biter ne bor verilir,
İş böyle giderse çok kara deve.
Eski bereketler bilmem ne oldu?
Cemi-i mahsulat sarardı soldu,
Kahve, şeker; tütün bahasın buldu,
Zemini muhtaçtır bir çakım kava.
Kaynaklar:
1. http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/zemini
2. Yozgat’lı Zemini, Mahmut Işıtman, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Mart 1965, Cilt 9, Sayı 188, s. 3682, 3683.
FENNÎ [MEHMET SAİD (1850 – 1918)]
Divan şairi. 1851’de Yozgat’ta doğdu. Asıl adı Mehmet Said olan şair, Demirli Medrese’de öğrenimini tamamladı. Ömer Ragıp Efendi’den Arapça ve Farsça dersleri aldı. Şiirlerinde Fennî takma adını kullandı.
Şair, Yozgat Meclis İdaresi başkâtipliği, vergi başkâtipliği görevlerinde bulundu. Ankara Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptı. İyi bir şair olduğu kadar iyi bir hattat (yazı sanatıyla uğraşan kişi), hakkâk (mühür kazıyan, maden, taş, tahta, yaprak vb. üzerine şekiller çizen, yazan kişi) olarak da tanındı. Ayva ve ceviz yaprağı üzerine gözeneklerini boşaltarak yazdığı yazılardan biri günümüze ulaşmış olup Akademisyen Ali Şakir Ergin’in özel koleksiyonunda yer almaktadır. Pirinç tanesine İhlas suresini ve Ayetü’l-kürsî’yi yazdığı bilinmektedir.
Şairin kendi adıyla yazdığı bir Fennî Divanı vardır. Divanındaki şiirlerinden bazıları M. Vehbi Ulusoy tarafından 1938’de Yozgat Halkevi tarafından çıkarılan Bozok dergisinin değişik sayılarında yayımlandı. Bu divan, şairin damadı tarafından sonra ortaya çıkarılmış olup Ali Şakir Ergin’in özel kütüphanesinde bulunmaktadır. Söz konusu eser Ali Şakir Ergin tarafından bastırılarak yayımlanmıştır.
Fennî, divan şairi olmasına karşın hece ölçüsüyle de şiirler yazdı. Ama asıl şiirleri, babasının ve hocasının kasidelerinden aldığı esinle yazdığı gazelleridir. Fennî’nin dikkat çeken bir yönü de tasavvuf şair oluşudur. Bu konuda “Emekli Öğretmen Hüsnü Köktürk”ün bir incelemesini aşağıdaki linki tıklayarak okuyabilirsiniz.
http://www.geocities.ws/husnu66tr/Yozgatli-Fenni-siir.htm
1920 yılında ölen şair, yörede Fennî Baba olarak anılır.
Kitabının görseli:

Şiirlerinden bir örnek (özgün yazımıyla):
GAZEL
Hâlimi cânânıma arz eylesem şekvâ çıkar
Etmesem sabr u tahammül etsem istiğnâ çıkar
Ah ne müşkül derd imiş dilde muhabbet saklamak
Söylesem diğer sükût etsem diğer ma’nâ çıkar
Bir hakîkî iltifâtın görmedim görsem bile
Rûz ise âsâr-ı hülyâ şeb ise rü’yâ çıkar
Ben ne rütbe ağlasam olsam taleb-kâr-ı visâl
Merhametsiz kâfirin ağzından ancak lâ çıkar
Kabre girsem de kalır ‘aşkın benimle pâyidâr
Yani ben ölmekle benden sanma bu sevdâ çıkar
İşve-kârım tıfl-ı nevresken tanırdım ben seni
Der idim şu penbe ten bir şûh-i müstesnâ çıkar
Zübdedir âsâr-ı kilk-i zîfünûnum Fenniyâ
Şerh olunsa dürlü dürlü nükte vü imâ çıkar
Kaynak: http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/fenni-mehmed-said-fenni-yozgatli
HİMMETİ (? – ?)
19. yüzyılda Yozgat’ta yaşadığı, iyi bir öğrenim gördüğü ve Tokatlı Nuri’nin muasırı olduğu gibi bilgilerin dışında Himmetî hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Yozgat’tan derlenen bazı cönklerde şiirleri bulunmaktadır.
Âşık Zari, Hüzni ve Yozgat eşrafından pulcu Ahmet Efendi’nin sözlü rivayetlerine göre Himmeti, Yozgat’ın Alevi köylerinden birinde doğmuş ve Yozgat’ta yaşamıştır.
Mahmut Işıtman (kendisinde bulunan cönklerden alınan) sekiz şiirini yayımlamıştır. Bunlardan ikisi aruz vezni ve divan biçiminderir. Diğerleri on bir heceli koşmadır.
Himmeti’nin şiirlerindeki ayaklar, kendisinden sonra gelen Yozgatlı şairler tarafından kullanılmıştır: “Kapan kapana”, “gönül”, “gözlerin” gibi ayaklar; başta Hüzni ve Nazi olmak üzere diğerleri tarafından da kullanılan ayaklardandır. Bu da Himmeti’nin yaşadığı dönemde güçlü bir şair olduğu şeklinde yorumlanabilir.
Şiirlerinden bir örnek:
GAZEL
Nevcivansın nazeninsin dil-i rübasın sevdiğim
Ruha tersin tazesin nazik edasın sevdiğim
Bu nezaket sende var ruha muhabbet bende var
Bî-kusursun böyle bir melek sîmasın sevdiğim
Mest olur mestane çeşminden nice âşufteler
Kadd-i bâlâ kendi rânâ bir humasın sevdiğim
Meclis-i uşşaka teşrifinle ey şuh-ı cihan
Gül gibi handan edersin âşıkanın sevdiğim
Ya nasıl can vermesin rahında cana Himmetî
Şule verir ay gibi ruy-ı ziyasın sevdiğim
Kaynaklar:
1. “Yozgatlı Himmeti”, Mahmut Işıtman,Türk Folklor Araştırmaları, , 13. Cilt, Sayı: 259, Sayfa: 5889-5890, 1971.
2. Yozgat’ta Halk Şairliğinin Dünü ve Bugünü, M. Öcal Oğuz, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994.
KASIM KAZANCIKLIOGLU (1913 – 1976)
Halk ve divan şairi. 1903 yılında Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Alcı Köyü’nde doğdu. Halil İbrahim Ağa’nın tek erkek çocuğu olduğu için ailenin gözdesiydi. O günkü koşullara göre ekonomik durumu iyi olan babası, onu köyde mevcut olan iptidaiye (bugünkü ilkokul) gönderdi. İlk öğrenimini köyünde, ortaöğrenimini Yozgat’ta tamamladı. Ardından Konya Muallim Mektebini bitirdi ve 1927’de öğretmenlik görevine başladı. 1928 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Askere gitti. Döndükten sonra yeniden öğretmenlik yaptı. Bir süre sonra da öğretmenliği bırakıp çiftçiliğe başladı. Bu ara fırsat buldukça şiirler yazdı.
1950 yılında Sorgun’a yerleşti. 1965 yılına kadar serbest çalıştı. Bir yandan da şiir yazmayı sürdürdü, hatiplik yaptı. Bir ara siyasetle de uğraştı, sonra bundan vazgeçti.
1965’te Yozgat Bayındırlık Müdürlüğüne köy içme suları baş teknisyeni kadrosu ile göreve başladı. 1971 yılında emekliye ayrıldı. Ankara Kayaş’taki evine yerleşti. Yaşantısını yine şiir yazmakla ve hoş sohbetlerle sürdüren şair 26.12.1976’da öldü.
Şairin 6 erkek, 1 de kız olmak üzere 7 çocuğu vardır.
Koşma, semai, taşlama ve divan tarzı şiirleri duygu yüklüdür. Öğretici şiirleri de vardır. Heceyi çok iyi kullanmıştır. Halk şiirlerinde oldukça yalın bir dil söz konusudur.
Şiirlerinden bir örnek:
BİR GÜN
Deli gönül ne gamlanır,
Dolacaktır çile bir gün.
Döne döne bahar gelir,
Bülbül konar güle bir gün.
Bir kitle var erginleşen,
Sıkıştıkça derinleşen,
Buruldukça gerginleşen,
Mızrap değer tele bir gün.
Var gücünü hiçe yoran,
Düşünmeden tipi boran,
Çağlar boyu bahçe kuran,
Elbet verir sele bir gün.
Yardakçılar yaltaklanır,
Her kötülük savsaklanır,
Kötürümler ayaklanır,
Dilsiz gelir dile bir gün.
Uyumayan göz kamaşır,
Kem düşünen korku taşır,
Bataklığa tez ulaşır,
Gemi batar mile bir gün.
Kasım kara gün çok saydın,
Haracıyı içe yaydın,
Kara günün sonu aydın,
Güleriz baht ile bir gün.
SEYRÎ (1852 – 1917)
Hakkında çok az çalışma olan ve gerçek adı bilinmeyen şair, şiirlerinde Seyrî takma adını kullanmıştır. Şairin doğum yeri Yozgat’tır. Kesin bir bilgi olmamakla birlikte, 1852 yılında doğduğu düşünülmektedir.
Yozgat’ta köklü bir aile olan Kurrazadelerden Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu olarak dünyaya geldiği bilinen Seyrî’nin dedesi, Çapanoğullarından Mustafa ve Süleyman tarafından yaptırılan Ulu Cami’in imamı olarak uzun yıllar görev yapmıştır. Seyrî de bu gelenek içerisinde yetişmiş, öğrenim görmüş ve hafız olmuştur.
Medreseden mezun olan Seyrî, hafızlığın yanı sıra şair olarak da Yozgat’ta ün kazanmıştır.
Yozgat’ın Yukarı Nohutlu Mahallesi’ndeki evinde 1917’de vefat etmiştir.
Seyrî’nin şiirleri konusunda yapılan araştırmalara bakıldığında basılı bir kitabının olmadığı, yalnızca sınırlı sayıda şiirinin bulunduğu saptanmıştır.
Seyrî’nin edebî kişiliği hakkında yapılmış çalışmalara bakıldığında Mahmut Işıtman, M. Oğuz Öcal gibi araştırmacıların yazılarında ve Yurt Ansiklopedisi’nde bazı bilgilere rastlanır. Tüm kaynaklarda ortak olan nokta, şiirlerinde hece ve aruz veznini birlikte kullanması, şairliğindeki hünerin yaptığı öğrenimin yanı sıra Yozgat’a gelen Emrah, Pesendi, Nuri, Ceyhunî gibi âşıkları da dinleyerek geliştirmesi, hatta zaman zaman atışmalara da katılmasına bağlanabilir.
Mahmut Işıtman, Seyrî’nin saz çaldığını da iddia etmektedir. Ne var ki M. Oğuz Öcal, Seyrî’nin medreseli şairlerden olması ve hafızlık, imamlık gibi görevlerden gelmesi nedeniyle saz şairi olmadığını düşünmektedir.
Seyrî’nin aldığı dini eğitim, edebi kişiliğini oluşturmuştur. Bu yüzden de mutasavvıf kimliği şiirlerinde açıkça görülmektedir. Bu anlamda Arapça ve Farsça tamlamalar, dinî mazmunlara şiirlerinde çokça rastlanır.
Şiirlerinden bir örnek:
GAZEL
Ey dilârâ ahvâlimi canana bildir bak ne der
Ruhları al gözleri mestane bildir bak ne der
Varma destursuz huzur-ı yâre Allah aşkına
Doğrusun söyle mürüvvetkâna bildir bak ne der
Çaresiz kaldım tabibim çare-sâz eyle bana
Başın için Lokman’a bildir bak ne der
Gezsem takrir ile başın için ey bâd-ı sâbâ
Merhamet kânı olan sultana bildir bak ne der
Dertli Seyrî’nin vücudunu lebin eyler harap
Var yürü derdimi ol şeh-i hubana bildir bak ne der
Kaynak: http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/seyri-yozgatli7
SEYYAHİ [ÂŞIK ÇELEBİ (1930? – ?)
Halk şairi. Yozgat’ın Musabeyli köyünde doğmuştur. Âşık Çelebi olarak da tanınmaktadır. Araştırmacı yazar Durali Doğan’ın anlatımıyla 1964 yılında ya da daha önceki bir yılda Nizami Nefesli’yle Büyük Nefes köyüne giderken tanışmış ve o sıralarda orta yaşlı olduğu aktarılmıştır. Bu tarihten hareketle Seyyahî’nin 1930’larda doğduğu sanılmaktadır.
Şiirlerinden fazlaca yoksul olduğu anlaşılan Seyyahi hakkında elde pek fazla bilgi yoktur. Şairin saz çalıp çalmadığı, herhangi bir âşığa geleneğin tanımladığı usta-çırak ilişkisi anlamında çıraklık edip etmediği bilinmemektedir. Şiirlerinde Seyyahî’yi mahlas olarak kullanmaktadır.
Şiirlerinden bir örnek:
KADER
Kader senin ile muhakemem var,
Bana etmediğin kalmadı kader.
Her nereye varsam kestin yolumu,
Öldürmek mi beni efkârın kader?
Başıma getirdin karalı duman,
Hançer atsam da halletsem heman,
Ellere giydirdin sırmalı kaftan,
Bana boz abayı çok gördün kader.
Âşık ne durursun, yurdunu ara,
Nerde karnın doysa vatanın ora,
Bir tarla ektirdim sade avara,
Onu da gök iken yoldurdun kader.
Kimi bayram eder, kuzu kavurur,
Kimi açlığından semer devirir,
Kimi çuha giyer, çitme savurur,
Vurunca sinemi dağıttın kader.
Seyyahi der ki usandım candan,
Eleman olsun, gel düş yakamdan,
Bir keçi getirdim İkizosman’dan,
Onu da musmundar öldürdün kader.
Kaynaklar:
1. Yozgat Şair ve Yazarlar Ansiklopedisi, Durali Doğan, Sılam Yalınları, Yozgat, 2005.
2. Yozgat’lı Seyyahi, Nizami Nefesli, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Nisan 1965, Cilt 9, Sayı 189, s. 3721.
SIR KÂTİBİ ÂŞIK NECİP (? – ?)
Âşık Necip’in doğum, ölüm tarihleriyle kimlerden olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Tahminen 19. yüzyılın ortalarında Yozgat’ta yaşamış ve Çapanoğullarının sır kâtibi (yazmanı) olmuştur. Padişah tarafından Halep isyanını bastırmakla görevlendirilen Çapanoğlu, yanında sık kâtibi Necip’i de götürmüştür.
Yıllar önce bulunan bir cönkte, Âşık Necip’in Yozgatlı Apti Ağazadelerden olduğu yazılmaktadır.
Âşık Necip güçlü bir kaleme sahipmiş. Yapıtlarından hece ve aruza egemen olduğu anlaşılmaktadır.
Şiirlerinden bir örnek (Eşi Maviş’e):
MAVİŞ
Gece rüyada sohbetin,
Gördüm ellerde ellerde.
Candan tatlı muhabbetin,
Gezer dillerde dillerde.
Cevri cefa etme n’olur?
Adûlar ettiğin budur,
Affeyle kusur çok olur,
Maviş kullarda kullarda.
Yarelerim sızlar Habib,
Deva yoktur, ister tabip,
Ey vefasız, garip Necip,
Gör ne hâllerde hâllerde.
Kaynak: Sır Kâtibi Âşık Necip, Mahmut Işıtman, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Haziran 1968, Cilt 11, Sayı 227, s. 4774, 4775 4776.
ŞERAFETTİN HANSU(1969 – )

Halk ozanı. 19.12.1969 yılında Yozgat- Boğazlıyan ilçesi Özler köyünde (şimdi belde) doğdu. Ortaokulu köyünde okudu. Lise öğrenimi için Kayseri’ye gitti, fakat okulunu ikinci sınıfta bıraktı. Askerlik sonrası Almanya’ya gitti.
Müzik aşkı küçük yaşlarda başladı. Saz çalmayı kendi kendine öğrendi. Almanya’da sıla özleminin de etkisiyle sazına sıkı sıkı sarıldı. Zamanla kendini daha da geliştirdi. Meclislerinde bulunduğu âşık ve şairlerin izinden yürüdü. 2003 yılında şiir yazmaya başladı. Şiirlerinin çoğunu besteleyip yanık yorumuyla dinleyicilerine sundu.
Yapıtlarında halkın türlü sıkıntılarına parmak bastı. Sevdasını da sazının tellerinde dillendirdi. Yüreği hep Yozgat özlemiyle çarptı. Bu özlem türkülerine de yansıdı. Birbirinden güzel türküler besteledi. “Yozgat, İnsandan, Değil midir, Ağlaştık Durdum, Bahar Gelmiş Yine Bizim Ellere, Eller Ayırdı Bizi, Bana dert Oldu, Gel Bu Sohbete, Bir Dünya Kuralım, Gurbet Soluğu” bunlardan birkaçıdır.
Şerafettin Hansu, hâlen Almanya’da yaşamaktadır. Burada sünnet, kına, düğün gibi etkinliklerde saz çalıp türkü söylemekte olan sanatçı birtakım televizyon programlarına da çıkmıştır.
Sanatçı; üçü erkek, biri kız olmak üzere dört çocuk babasıdır.
Şiirlerinden bir örnek:
YOZGAT
Adın anılıyor yedi düvelde,
Nice yiğitlere harmansın Yozgat.
Duyurdun şanını merde, namerde,
Çanakkale’deki fermansın Yozgat.
Bu vatan uğruna şehitlerin var,
Dünyalar biliyor, şahitlerin var,
Daha nice baba yiğitlerin var,
Eşi bulunmayan bir yansın Yozgat.
Çamlık’ın başında yanar tüterim,
Allah bilir, ben Mecnun’dan beterim,
Bazen Ziya olur, hasta yatarım,
Sürmelim derdime dermansın Yozgat.
Nida’nın sazında bükülür başım,
Hastane önünde dökülür yaşım,
Ahbaplarım gelir, çekilir kışım,
Anadolu’m gönül alansın Yozgat.
Yaban ellerinde başım hoş değil,
Yaslansam yastığa düşüm hoş değil,
Bülbülüm kafeste, işim hoş değil,
Hayali karşımda duransın Yozgat.
İstersen susayım, dağlar konuşsun,
Nasırlı ellerde bağlar konuşsun,
Kıyamete kadar çağlar konuşsun,
İsmin dilden dile dolansın Yozgat.
Şerafet’im dostlar gurbet gezerim,
Ölürsem sılama kazın mezarım,
Yine dertli söyler, dertli yazarım,
Toprağın tenime sıvansın Yozgat.
YUSUF ÖZCAN (1956 – )

Halk şairi ve yazar. 01.03.1956’te Kırşehir ili Çiçekdağı ilçesinin Çopraşık köyünde doğdu. Köyü; önce Yozgat’a, daha sonra Nevşehir’e, son olarak da Kırşehir’e bağlandı.
Ailesinin Yozgat’ın Şefaatli ilçesine göç etmesiyle dört yaşından itibaren orada yaşamaya başladı. Çocukluğu, gençliği bu ilçede geçti. İlkokulu, ortaokulu Şefaatli’de okudu. Ortaokuldan sonra Ordu Perşembe Öğretmen Okulunu kazandı, oradan Tokat Öğretmen Okuluna geçti ve buradan mezun oldu. Bu arada Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi.
1976’dan başlamak üzere Millî Eğitim Bakanlığına bağlı birimlerde öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. 2002’de emekli oldu. Emekliliğinden sonra özel dershane yöneticiliği, direksiyon usta öğreticiliği, halk oyunları eğitmenliği, halk oyunları seçici kurul üyeliği görevlerinde bulundu. Hâlen YOŞAYBİR (Yazarlar ve Şairler Birliği)-ANSAN (Antalya Sanatçılar Derneği) üyesidir.
Yusuf Özcan’ın şiir yazmasındaki en büyük etken, annesi Elmas ve teyzesi Güllü oldu. Onlardan birbirinden güzel mâniler ve deyişler dinledi. Bunlardan çok etkilendi. Bu etki şiirlerine ne yansıdı.
Şiir dinletileriyle yurdun çeşitli yörelerini gezdi. Bu sırada usta ozanlarla tanıştı. Köylerde öğretmenlik yaptığı sıralarda köy odalarında, düğünlerde, cenazelerde ve diğer toplantılarda edindiği kültür tüm çalışmalarına yansıdı. Buram buram halk kültürü kokan birbirinden güzel şiirler yazdı.
Şiirleri; Gözyaşı, Çağrı, Kırağı, Sürmeli, Kürsü, İstanbul, Türkmence, Mersin Maki ve Manisa Sevgi Yolu gibi pek çok dergide; Yeni Ufuk, İleri, Sıla, Ekspres, Antalya, gibi gazetelerde, bazı yerel ve ulusal haber kanallarında yayımlandı.
Yozgat Sürmeli festivallerindeki şiir yarışmalarında birincilikler kazandı. “Sürmeli” şiiri bunlardan biriydi. TRT’te 1’de düzenlenen “Şenlik Var” programında Yozgat’ı “Sürmeli” şiiriyle tanıttı. Çok etki yaratan bu şiiri bestelendi.
Etkinliklerini aralıksız sürdüren ve çalışmalarıyla dikkat çeken Yusuf Özcan; 2020 yılında Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalında, Afşar Duman tarafından Prof. Dr. Şahin Köktürk’ün danışmanlığıyla yüksek lisans tez konusu yapıldı.
17-19 Eylül 2021 tarihleri arasında Kahramanmaraş’ta gerçekleştirilen 1. Uluslararası Karacaoğlan Âşıklar ve Ozanlar Festivali’ne Yozgat adına katıldı ve şiir kategorisinde birincilik kazandı.
Yozgat’ta uzun süre öğretmenlik yaptıktan sonra Antalya’ya göç eden Yusuf Özcan, hâlen burada oturmakta olup evli ve üç çocuk babasıdır.
Yapıtları:
Kervan Yürüten (şiir-1993)
Deli Düşlerim Dolunay (şiir-1997)
İlköğretim Güzel Konuşma ve Yazma 1 (seçmeli ders kitabı-2001)
Aşkın Ötesinde (şiir-2009)
Çapraşık Türkmen Ağıtları (derleme-2020)
Kördüğüm (şiir-2020)
2008 yılında düzenlenen 8. Yozgat Sürmeli Festivali’nde birincilik kazanan “Sürmeli” şiiri:









