Fıkralar 2

SAYIN ERTUĞRUL KAPUSUZOĞLU’NUN DERLEDİĞİ

                                               FIKRALARDAN SEÇMELER                                                                                                 

İT OTUZ DOKUZ SİNEK KAPTI

Yozgatlı baba oğlunu yakalamış, nasihat ediyor.

Oğlan başını eğmiş dinliyor.

Yanlarında bir çapar köpek var, havadaki sinekleri kapıyor.

      Baba   konuştukça   konuşuyor.  Oğlunun  sessiz  ve  hiç  tepki  vermeden dinlemesinden memnun.

Diyor ki:

—  Sahi oğlum, iki saattir anlatıyorum. Zihnine bir şeyler girdi mi?

Oğlan cevap veriyor:

          —  Yahu baba,  bizim  it  tam  bir sinek avcısı! Sen konuşmaya başlayalı beri tam otuz dokuz sinek kaptı.

         

          KABURGA GEMİKLERİM

        Yaşlı   kadın   otobüsle   Yozgat’tan   Ankara’ya   gidiyor.    Hemen  de  şoför  mahallinin arkasında oturuyor.

        Çenesi    paslanmış;    yanında    kimse   yok   ki    iki   laf  ede  de  dişlerinin  gicişiğini  (*) ala,  dilinin  şişi  gide.

         Kendi   kendine   bir  şeyler  kurmuş  kafasından.  Sonra  başka  bir  şeye  geçmiş. Olmuyor işte, kopası çenesi çalışmazsa kafayı yiyecek.

Can havliyle bastonu uzatmış. Başı ile camdan görünen köyü göstermiş:

— Şoför efendi oğlum, bura nere?

         Şoför  ”ıııhhk”  demiş  ters  ters bakarak. Amma bir şey diyememiş. Karşısında bir koca karı.

Kadın aynı soruyu birkaç kere tekrarlamış.

Şoför gözünü yoldan ayırmadan cevap vermiş:

— Bastonla dürtüp durma nene. Ora benim kaburga gemiklerim.

(*) giciş: Kaşıntı.

       

KIVRIL HÂKİM BA KIVRIL

Boğazlıyan’a bağlı Yeşilhisar köyümüzün eski adı Kıvrıl’dır.

Boğazlıyan adliyesinde hâkim yaşlı bir tanığa sorar:

— Nerelisin baba?

— Kıvrıl Hâkim Ba. (*)

—  Nerelisin diyorum, amca.

— Kıvrıl Hâkim Ba, Kıvrıl.

— Yahu adam, ben sana nerelisin, diyorum; sen Kıvrıl diyorsun.

Kıvrıllı hemşehrimiz, koskoca hâkime bir türlü Kıvrıllı olduğunu anlatamıyor.

Bakmış olacak gibi değil, köyünün adını kafiyeli bir şekilde anlatmış:

        — Tamam  işte  Hakim  Ba,   Abdili,   apalak,  Yoğunise’den   koparak,   altında   Cavlak, Cavlak’ın altında Kıvrıl. Kıvrıl da Kıvrıl Hâkim Ba, Kıvrıl da Kıvrıl. Ben Kıvrıl köyündenim.

(*) ba: Bey.

 

KUYRUKSUZ KUNNAYAN (*) EŞEK

Yozgatlı bir beniâdem gece yatakta dönüp duruyor. Karısı kızar:

 — Ne dönüp duruyorsun be adam, niçin uyumazsın, derdin ne?

           — Sorma  hanım,  bizim  komşunun  eşeği  kuyruksuz  kunnamış,  ne  yapacağımı şaşırdım.

         — Üstüne   iyilik  sağlık,  s ana  ne   komşu   eşeğinin   kuyruksuz   kunnadığı   sıpadan be adam!

           — Yahu sen ne anlayışsız hatunsun. Şimdi o sıpa büyümeyecek mi?

           — Büyüyecek. Ne var bunda?

           — Ne var olur mu? Büyüyecek, eşek olacak. Eşek olur da çamura çökmez olur mu

           — Belle ki çöktü diyelim. Ne var bunda?

          — Bak   bak,  daha  ne  var,  der.   Eee,   eşeği    çukura    çökünce   komşum   önce kimden yardım isteyecek? Benden.

  — Eee!..

          — Eesi,   şimdi  ben,   o  eşeği  çamurdan   kurtarmak  için   ne  yapacağım?    Eşeğin kuyruğu da yok ki çeksem de çıkarsam. Kara kara bunu düşünürüm. Haksız mıyım?

(*) kunnamak: Doğurmak (hayvanlar için).

 

PARAYI GÖRÜRSE MASRAF ÇIKARIR

         Adam  taka bir dolmuş almış. Yerköy-Yozgat arasında çalıştırıp maişetini (geçim) temin edecek.

         Fakat dedik ya taka dolmuş, ikide bir arıza yapıyormuş namussuz. Her arızada da üç dört günlük kazancı alıp götürüyor.

          Adam,  o  gün  yine  müşterileri  Yerköy’e  indirdikten sonra kendisi de inmiş. Yele yele (*)  gitmiş, köşeyi dönmüş ve cebinden paraları çıkararak saymaya başlamış. Fakat o nasıl para sayma. Bir yandan arada bir dolmuşa göz atıyor, bir yandan da para sayıyor.

Bunu gören bir yolcu şaşırmış:

— Hayırdır arkadaş ne yapıyorsun?

Şoför bir yandan para sayarken cevap vermiş:

— Ne yapacam, görüyorsun işte.

Adam yine sormuş:

—  Paran çalıntı mı, kimden saklıyorsun?

Adam gülmüş:

— Benim dolmuştan.

Adamın saf saf baktığını gören şoför açıklamış:

        — Sorma  hemşehrim.  Bu dolmuş  var  ya,  cebimde  parayı gördü mü hemen arıza yapıyor namussuz!

(*) yele yele: Telaşla koşa koşa.

 

PAZARIN TADI YOK

         Sorgun  Eynelli  köyü  muhtarı  Üsük  Ka,  sabah  erden  Peyik’e  pazara  gitmiş. Kendi götürdüğü malı satarken eve de ufak tefek almış tabii. Fakat bu arada ne olmuş, nasıl olmuş, bilinmez; bir kavga çıkmış. Hani muhtar ya bizim Üsük Ka. Hemen araya girmiş, ayırmaya kalkmış kavga edenleri. Fakat o da ne, sanki kavga edenler anlaşmışlar gibi,

          — Ulan  sana  ne  elin  kavgasından,  demişler  ve  hepsi  bir  olup  bizim  Üsük  Ka’ya bir sopa çekmişler amma, olursa da öyle olsun.

         Üsük Ka bu, millet beş vurduysa kendisi de ancak bir vurabilmiş. Gururuna yedirip de karakola da gidememiş ve kös köy eşeğine bindiği gibi Eynelli’nin yolunu tutmuş.

Yolda giderken henüz pazara yeni giden kendi köylüsü hemşerilerine rastlamış. Köylüler muhtarlarından sormuşlar:

— Uğurlar olsun Üsük Ka, pazar nasıl?

          Üsük Ka, gözündeki morluğu göstermemek için şapkasının gözünün önüne yıkarken eşeği de nodullamış: (*)

— Yok, adam kulağasma, pazarın tadı yok.

(*) nodullamak: Hayvanı üvendire ya da sopayla dürtmek.

 

POPONA BİR İNNE BATIRIYOM

     Süleyman   Sökmen,   bizim   Sürmeli   türkümüzü   en   iyi   yorumlayan hemşerilerimizdendir.

         Çocukluğunda    da    sesi    çok    güzelmiş.    Yozgat’ın    büyükleri    ne    zaman    onu yakalasalar, sürmeli söyletmeden bırakmazlarmış.

         Gel   gelelim,  ”Sürmeli”  istekleri   o  kadar  çokmuş   ki  küçük  Süleyman  çarşıya çıkamaz olmuş. Buna rağmen evden çağırtılır, okuldan çağırtılır, Sürmeli söylettirilirmiş.

          Aradan  zaman  geçmiş,  Süleyman  Sökmen  Ankara’da  yapılan  ses  yarışmasında birinci olmuş, o arada da Sürmeli’yi plağa okumuş.

          Pikabı olan olmayan herkes Sürmeli plağını almış. Çalıp çalıp dinliyorlarmış.

Tam o aralar, Süleyman Sökmen Yozgat’a gitmiş.

          Daha  önceleri  kendisine  zorla  Sürmeli  söylettirenlerden  Gürcülerin  Fayık Ağa onu görmüş. Demiş ki:

          — Ula  Sülüman,  neyine  şikârlanıyodun (*)  la?  Şimdi  bi plak aldım. Gotüne  bi  inne dürtüyom, sana akşama kadar Sürmeli söylettiriyom.

(*) şikârlanmak: Nazlanmak.

OŞT DESEYDİN ANAM, OŞT DESEYDİN

Yozgat’ta düğün olur da kadın olmaz mı?

          Boğazı  altınla  dolu  bir  hanım  ile  kolları  bilezikle  dolu  bir  hanım,  altınlarının  fark edilmesi için çırpınıyorlar.

 Boğazı altınla dolu olan demiş ki:

          — Düğüne    gelirken    bir    köpek    çıktı,   havladı    havladı,    az    kalsın    boğazıma sarılıyordu.

           Tabii   bunları  anlatırken  elleriyle  de  boynuna   boğazına hareketler yapmakta, altınlara şıkırtılar çıkartmaktadır.

           Kolu altınlı olan, fırsatı kaçırmaz. Ellerini bir köpeği azarlar gibi sallayarak:

        — Oşt    deseydin,   anam;  oşt deseydin,   derken   onun   da   kollarındaki   bileziklerin şıkırtısı davul sesini bastırmaktadır.

 Diğer kadınlar mı ne diyor?

 — Görmemişin bir oğlu olmuş…

 

SENİN SÜTÜN BOZUK

 Yozgat Dayfırlı Hasan Hoca, aynı zamanda bakkallık yapıyor.

         Köy   bakkalında   ne  satılır  bilirsiniz.   Akla   ne   gelirse.  Evet  evet,  akla  ne  gelirse, iğneden ipliğe, sigaradan şeker çeşitlerine, aspirinden gripine her şey…

        Genç   bir   kadın,    Hasan    Hoca’nın   bakkalından   maya   almış.   Evine    giderken köyün yaşlıları onu çağırmışlar. Israrla Hasan Hoca’ya tekrar gitmesini ve ona,

— Senin mayan bozukmuş, al istemiyorum, demesini isterler.

          Genç  hanımın  babası  ve  kayınbabası  da  bu  istekte  ısrar  edince kadıncağız gider bakkala. Elindeki maya şişesini Hasan Hoca’ya uzatarak der ki:

          — Hasan Emmi, senin mayan bozukmuş; al istemiyorum. Bozuk maya süt tutmaz.

Hasan Hoca’da şafak atmış. Demiş ki:

— Yok kızım yok. Bozuk olan benim mayam değil, senin sütün.

 

SU İSTEYEN PARMAĞINI KALDIRSIN

         Komşu   köylerden   birisinden   Sorgun   Şahmuratlı’ya  kız  istemeye  gitmişler.   Hani kızımızda Müslümanlara nasip etsin, alımlı çalımlıdır.

          Anası   babası   da   kızlarını   pek   seviyorlar;  kız,  ‘’Olur.’’  demeden  kimseye   söz vermiyorlar.

         Olacak   bu  ya,   bu  sefer ana  baba,  kızlarına   pek  sormadan  dünürcüleri  davet ederler. Akşam  ‘’hoş  beş’’  edilir,  çay-kahve içilir.  Görünen o ki, anne baba verimkârdır. Ama kızın gene gönlü yok. Üstelik dünürcüler de epeyce patavatsızdır. Kızın boyunu posunu görebilmek için sık sık yumuş buyuruyorlar. Eh, yaptıracak yumuş bulamayınca başlıyorlar sıra ile su istemeye bir iki, üç, beş… Kız bıkmış, biraz sonra,bir elinde helke .diğer elinde maşrapa ile girer. Helkeyi ortaya koyar.

ꟷ Su isteyen parmağını kaldırsın, buyurur.

          Kızın  patavatsızlığını  gören dünürcüler,  dünürlükten  vazgeçmişler;  ama bizim kız da istemediği birine varmaktan kurtulmuş.

Yorum bırakın