Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

About Muhsin Köktürk

1950 yılında Yozgat’ta doğdum. İlk ve ortaöğrenimimi Yozgat’ta tamamladım. 1970 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünden mezun oldum. Sırasıyla Kars-Susuz (Kâzım Karabekir İlköğretmen Okulu), Sivas-Yıldızeli (Pamukpınar İlköğretmen Okulu), Burdur-Bucak (Karapınar Köyü Ortaokulu) ve Ankara’da (Elmadağ Lisesi, Altındağ Çalışkanlar Ortaokulu, Keçiören Ayvalı Ortaokulu, Altındağ Atıfbey Ortaokulu) öğretmenlik, idarecilik yaptım. En son çalıştığım Atıfbey İlköğretim Okulundan 1995’te emekli oldum. Yozgat folkloru üzerine uzun yıllar araştırma ve incelemelerde bulundum. Bu çalışmalarımdan bazıları (Yozgat Manilerinde Yergi, Yozgat Atasözlerinden Bir Demet, Yozgat Bilmeceleri…) Türk Folklor Araştırmaları dergisinde yayımlandı. Millî Eğitim Bakanlığının “Öğretmen Yazarlar Dizisi”nde yayımlanan “Günaydın Çocuklar” adlı öğretmenlik şiirleri seçkisi, ilk kitap çalışmam oldu. Daha sonra Yıldırım Yayınlarında yazar ve düzeltmen olarak çalışmaya başladım. Bu arada başka yayınevleriyle de çalıştım. 13’ü ders kitabı, 11’i de yardımcı (kaynak) kitap olmak üzere 24 kitabım yayımlandı. Son kitabım, Sonçağ Yayıncılık tarafından yayımlanan ve düşünce yazılarımı içeren “Düşünsel Yansımalar”dır. Evli ve üç çocuk babasıyım. Edebiyat, müzik, fotoğraf, spor ve teknoloi özel ilgi alanlarımdandır.

İz Bırakanlar

         Yozgat’ta doğup çeşitli alanlarda hizmetler yapmış, başarılar kazanmış, yapıtlar oluşturmuş nice insanımız var. Bunların bir bölümü hakkında elde bilgi ve belgeler var. Burada bunlardan yararlanılarak söz konusu kişilere ve onların yaşam öykülerine yer verilmiştir. Kuşkusuz ki burada kendilerine yer verilen kişiler dışında daha pek çok insanımız vardır Yozgat halkının gönlünde iz bırakan. Ama hem onları saptamak çok zor hem de içlerinden bir seçim yapmak. Düşünebiliyor musunuz 18-19 yüzyıllardan bu yana Yozgat’ta iz bırakanların kaynakları var ellerde. Bir de en zor olanı kimleri iz bırakanlar olarak düşünmek, değerlendirmek gerektiği. İşte asıl sorun burada ortaya çıkıyor. Burada; İz Bırakanlar adı altında, çok eskilerden günümüze bir yelpaze açarak ünlenme durumlarını da göz önüne alarak bir seçim yapılmıştır. Yozgat kültürüne en ufak hizmeti olanlar bile listede yer alsın istenilmiştir. Onun için “İz Bırakanlar” ana menüsü altında alt menüler oluşturulmuştur. Pek çok kişi hem şiir hem düz yazı türünde yazdıkları için şair ve yazarların birbirinden kesin çizgilerle ayrılması zor olmaktadır. Bu nedenle şair ve yazarlar tek çatı altında ele alınmış; şehitlerimiz, siyasetçiler, akademisyenler bir öbekte toplanmış, sanatçılar, sporcular için de ayrı birer alt menü oluşturulmuştur.

        Şair ve yazarların Şair ve Yazarlar 1 adlı ilk bölümünde saz ve divan şairi olarak nitelenen kişilere yer verilmiştir. Bu kişilerin çoğu cumhuriyet öncesinde doğmuş olan ve yalnızca şiir yazanlardır. Şair ve yazarlarla ilgili diğer bölümlerde (Şair ve Yazarlar 2, Şair ve Yazarlar 3) ise hem şairlere hem yazarlar ele alınmıştır. Bu bölümde yer alan kişilerin çoğu şairliği ve yazarlığı bir arada yürüten kişilerdir.

        Şair ve Yazarlar, Sanatçılar, Sporcular başlıkları altında bazı kişiler hakkında ayrıntılı bilgiler sunulduktan sonra, Yozgat’a hizmeti bulunan hemen her kişinin adı yine kendi arasında abc sırasına göre verilmiştir. Böylece daha her emeğin değerlendirilmesi ve daha geniş bir bilgi yelpazesine ulaşılması amaçlanmıştır. Ancak şurası göz ardı edilmemelidir: Onlarca insanın adı geçen bir alanda birilerinin gözden kaçma olasılığı yüksektir. Bunun da hoşgörüyle karşılanması gerekir. Bu konudaki eksikler sizlerin bilgilendirmeleriyle giderilecektir.

        İz Bırakanlar bölümünde yer alan kişilerin bir bölümü doğrudan, bir bölümü de başka internet siteleri aracılığıyla aktarılmıştır. Doğrudan aktarmalarda kişiler adlarının ilk harflerine göre sıralanmıştır. Şair ve Yazarlar 1 başlıklı menüdeki saz ve divan şairleri; Şair ve Yazarlar 2, Şair ve Yazarlar 3‘ten ayrı bir biçimde kendi içinde sıralanmıştır.

        Siteye doğrudan alınan kişilerin Yozgat doğumlu olması gözetilmiştir. Ayrıca elden geldiğince ve zorunlu olmadıkça bir kişiye iki ayrı başlık altında yer verilmemeye çalışılmıştır.

        Dilerim bu seçki birilerini incitmez. Zaten birilerini unutma, beğenmeme gibi özel bir tavır söz konusu değil. Eleştirilerinize, bilgilendirmelerinize, katkılarınıza açık bir site burası.

        Yozgat şairleri, yazarları, Yozgat folkloru hakkında çalışma, araştırma ve incelemeler yapmış pek çok kişi; bu kişilere ilişkin de pek çok yapıt var. Kitaplara bile sığmayacak denli zengin bir iz bırakanlar kadrosunun tümünü ayrıntılarıyla ele almak, bu ücretsiz internet sitesinin ölçütlerini aşar. Bu site büyük iddialarla kurulmuş değildir. Yozgatla ilgili dağınık bilgileri derleyip toparlamaktan başka amaç taşımamaktadır.

        Eksikler için destek ve katkıda bulunmanız dileğiyle…

 

Not: Farenizi İz Bırakanlar menüsü üzerine getirerek alt menülere ulaşabilirsiniz.

Yöresel Yemekler

        Yozgat zengin bir yemek kültürüne sahiptir. Kentimiz ve yöresinde birbirinden güzel yemekler yapılır. Burada söz konusu yemekler, yapılışları, fotoğrafları, kimi zamanda videolu anlatımlarına yer verilmiştir. Yemekler sıralanırken baş taraflara Yozgat için simgeleşmiş olanlar alınmıştır. Elden geldiğince yörede yapılan tüm yemeklere yer verilmeye çalışılmıştır.

        Yemeklerin yapılışı konusunda farklı kaynaklarda, farklı açıklamalar görülmüştür. Bu farklılıkların yemeğin kaç kişilik hazırlandığı ve yöresel damak zevkiyle ilgili olduğu açıktır. Bu arada yemekle ilgili açıklamalarda sık sık anlatım bozukluklarına rastlanılmış ve bunlar düzeltilerek aktarılmıştır.

        Eksikler varsa sizlerce tamamlanması dileğiyle…

 

        TESTİ KEBABI

Testi Kebabı 1  tESTİ KEBABI 3  Testi Kebabı 23        

        Gereçler (malzeme)

        1 testi

        3 kilogram kuşbaşı et

        1 kilogram domates

        300 gram sarımsak

        200 gram sivri biber

        200 gram tereyağı

        Karabiber, tuz

       

       Yapılışı

       Doğranmış domates, sivri biber ve sarımsak kuşbaşı ete katılarak ezmeden iyice karıştırılır. Yeterince tuz eklenir. Testi içi iyice yıkandıktan sonra karıştırılan gereç testinin içerisine doldurulur. En üste tereyağı konur. Testinin ağzı hamur ile kapatılır ve ortası hafif açılır. Genellikle açık havada odun ya da meşe kömürü yakılmış bir ateşte pişirilir. İki saate yakın bir zamanda pişen yemeği ilk kez yapanlara meşe kömürü kullanmaları önerilir. Yemek piştikten sonra testi kırılarak yemek servis yapılır.

       

        Not: Testi kebabı, Yozgat Belediyesi tarafından Türk Patent Enstitüsüne “Yozgat Yöresi Yemeği” olarak tescil ettirilmiştir.

 

 

        TANDIR KEBABI

Firin-Kebabi    Tandır kebabı    Tandır kebabı 1

        Gereçler

        Bir adet koyun eti (genellikle kuzu kol)

        Lavaş ekmeği

        Domates

        Yeşil biber

        Soğan

        Maydanoz

        Baharatlar

       

        Yapılışı

        Tandır kebabı, kuzu etinin sinirlerinin çıkarılıp yağlarından arındırılarak büyük parçalara bölünmesiyle şeklinde yapılır. Bol tuza batırılan etler yirmi dört saat buzdolabında bekletilir.  Böylece etin kanlı suyu çıkar ve et kıvamında terbiye edilmiş olur. Bu arada özel topraktan yapılmış tandırın iki kenar kısmına meşe odunları yerleştirilerek yakılır. Tandırdaki ateş köz durumuna geldiğinde bir gün önceden dinlenmeye bırakılan etler demir şişe batırılarak fırına verilir. Etler yaklaşık bir saat içinde tandırdan çıkarılır. Bıçakla birkaç yerinden delinerek yeniden tandıra verilir. Yirmi beş otuz dakika daha pişirildikten sonra çıkarılır, otuz dakika daha bekletilir. Bundan sonra etler yaprak biçiminde dilimlenip domates, maydanoz, biber, soğan ve lavaş ekmeğiyle servis yapılır. 

        

          Not: Tandır kebabını evde pişirmek de olanaklıdır. Ancak bu özgün bir tandır kebabı olarak düşünülemez. Tandır kebabının evde yapılışı şöyledir:

       

        Gereçler

         1 kuzu kol

         1 miktar, maydonoz

         4 adet defne yaprağı

         Sıvı yağ

         Tane karabiber

         Tuz

         Domates

         Yeşil biber

         Soğan

         Bir miktar dereotu

       

        Yapılışı

          Öncelikle kuzu eti doğranıp düdüklü tencereye atılır. Üzerine az su eklenip pişmeye bırakılır. Bir fırın tepsisine defne yaprakları dizilir. Üzerine tane karabiber serpilir. Düdüklüde pişirilen et tepsiye defne yapraklarının üzerine alınır ve tuzu ayarlanır. Etin düdüklü tenceredeki suyu tepsiye eklenir. Et, üzerine sıvıyağ gezdirip 180 derecelik ısıda üzeri kızarana kadar pişirilir; sonra da pirinç pilavı, domates, soğan, yeşil biber ve dereotu ile süslenerek servise sunulur.

 

 

        ARABAŞI

Arabaşı 1  Arabaşı 3  Arabaşı 2

        Gereçler  

        Hamur için:

        5 kilogram su

        650 gram un (12 kişiliktir)

       

        Yapılışı

        5 litre suyun 3 litresi ateş üzerinde kaynatmaya bırakılır. Kalan 2 litre soğuk suya 650 gram un eklenip mikserle çarpılarak bulamaç durumuna getirilir. Bu bulamaç kaynamakta olan suya birdenbire boşaltılır. Oklava ile sürekli karıştırılır. Hamur mısır patlağı gibi patlamaya başlayınca 3-4 dakika daha kaynatılıp 40 cm’lik 2 siniye dökülüp soğumaya terk edilir.

        Çorba için:

        Tavuk ya da hindi eti (göğüs)

        5 kilogram su

        5 kaşık un (yağsız kavrulmuş)

        2 kaşık salça

        1 kaşık pul biber

        150-200 gram yağ

       

        Yapılışı

        Tüm bu malzemeler çiğ olarak karıştırılıp ocağa konulur. Köpük kayboluncaya kadar pişirilerek hazır duruma getirilir. İkramdan önce tikelenen (didilen) et çorbaya eklenip bir taşım kaynatılarak servis yapılır. Soğumaya bırakılan hamur, ıslak bir bıçak ile baklava dilimleri biçiminde kesilir. Tepsinin ortası çorba kasesi sığacak biçimde açılır ve buraya çorba kasesi yerleştirilir. Kesilen hamurlar kaşık üzerine yerleştirilerek çorba ile birlikte çiğnenmeden yutulur.

     

        Not: Arabaşı, Yozgat Belediyesi tarafından Türk Patent Enstitüsüne “Yozgat Yöresi Yemeği” olarak tescil ettirilmiştir.

 

        BEZDİRME

Bezdirme 2Bezdirme 1

         

        Gereçler

        1+1/2 su bardağı duru çiğ köftelik bulgur

        1 su bardağı su

        2 büyük boy soğan

        1+1/4 su bardağı yağsız kıyma

        1 tatlı kaşığı kimyon

        1 tatlı kaşığı karabiber

        1 tatlı kaşığı kırmızıbiber

        1 yemek kaşığı nane

        1 tatlı kaşığı tuz

        2 su bardağı sıvı yağ

        (6 porsiyon için)

       

        Yapılışı

        Bulgur, 1 su bardağı sıcak su ile ıslatılarak kabartılır. Soğan soyulur, yıkanır ve çok ince doğranır. Bulgur, kıyma ve soğan karıştırılır. Üzerine kimyon, karabiber, kırmızıbiber, nane ve tuz eklenerek iyice yoğrulur. Ceviz büyüklüğünde parçalar alınarak avuç içi genişliğinde ve 1 santimetre kadar kalınlıkta yuvarlak köfteler yapılır. Kızdırılmış yağda kızartılır ve sıcak olarak servis yapılır.)

 

 

        ÇULLAMA

  Çullama 1Çullama 2

       

        Gereçler

        2 orta büyüklükte patlıcan

        2 orta boy, kuru soğan

        250 gram orta yağlı dana kıyma

        6-7 diş soyulmuş sarımsak

        2 orta boy domates

        4 yemek kaşığı sıvı yağ

        1 su bardağı sıvı yağ (patlıcanları kızartmak için)

        2 yumurta

        1 su bardağı dolusu elenmiş un

        Yeterince tuz

        İstenilen oranda karabiber

       

        Yapılışı

        Patlıcanları aralıklı soyularak kalın yuvarlak dilimler biçiminde kesilir. Patlıcan dilimleri tuzlu suda 30 dakika bekletilip bol sudan geçirilerek yıkandıktan sonra kâğıt havlu ile kurulanır. Una yeteri kadar tuz serpildikten sonra karıştırılır. Patlıcan dilimleri önce una bulanır, sonra da çırpılmış yumurtaya batırılıp çıkarılır. Patlıcanlar iyice kızdırılmış sıvı yağda hafifçe arkalı önlü yakılmadan kızartılarak kâğıt havlu üzerine çıkarılıp yağını çekmesi için bekletilir.

        Bir tavaya sıvı yağ konur. Küp biçiminde doğranmış soğan ve sarımsaklar eklenip pembeleşinceye dek kavrulur. Ardından kıyma ekleyip 2-3 dakika kadar daha kavrulur. Rendelenmiş domates, tuz, karabiber eklenip domatesin suyu çekilene kadar kavurma işlemi sürdürülür. 1 su bardağı sıcak su eklenip bir taşım kaynatıldıktan sonra tava ocaktan indirilir.

        Patlıcan dilimlerini geniş bir tencereye bir sıra biçiminde dizilir. Üzerine kıymalı harcın yarısı gezdirildikten sonra yeniden patlıcan dilimleri dizilir. Kalan kıymalı harç patlıcanların üzerine gezdirilir. Yemek hafif ateşte pişirilir. Pişirme işlemi tamamlanınca ılık olarak servis edilir.

 

        GEBOL

         gebol 1

       

        Gereçler

        5 su bardağı su

        1,5 su bardağı un

        Biraz tuz

        1 çorba kaşığı tereyağı

        Sosu:

        1,5 su bardağı pekmez

        2,5 çorba kaşığı eritilmiş tereyağı

        

        Yapılışı

        Su ile un güzelce karıştırılıp tuz eklenir. Karışım, katılaşana kadar karıştırılarak pişirilir. Ocaktan indirilmeye yakın tereyağı konur. İyice karıştırılarak yayvan bir kaba konup soğutulur.

        Sosu:

        Güzelce karıştırılır. Servis yapılırken bu hamurla birlikte pekmezli ve tereyağlı sos sunulur. Kişisel tercihe göre hamur, pekmezli tereyağına bandırılıp yenir.

 

        HARİSE

Harise 1

     

        Gereçler

        1 su bardağı pekmez

        3 su bardağı soğuk su

        1 su bardağı un

        1 su bardağı ceviz

     

         Yapılışı

        Pekmez, soğuk su ve un bir tencereye konup karıştırılır. Sonra orta ateşli ocağa yerleştirilir. Sürekli karıştırarak koyulaşana kadar pişirilir. Ateşten alınmadan hemen önce ceviz konur. Pişen yemek düz bir tabağa dökülür. Soğuyunca servis yapılır.

 

       HELLE 

 Helle-Çorbası 2Hellel 1

        

        Gereçler

        1 su bardağı yeşil mercimek

        3 çorba kaşığı un

        1 tatlı kaşığı tuz

        6 su bardağı su

        1 adet kuru soğan

       1 çorba kaşığı tereyağı

        2 tatlı kaşığı kırmızı pul biber

       

        Yapılışı

        Mercimek haşlanır. Bu arada un yağsız olarak kısa süre kavrulur. Soğuyunca üzerine soğuk su katılarak inceltilir. Sulu un, kaynamakta olan mercimeğe katılır. Üstüne sıcak su konur. İnce kıyılmış soğan, başka bir tavada tereyağında pembeleştirilir; pul biber katılıp ateşten alınır. Sonra da aynamakta olan çorbaya eklenip bir taşım daha pişirilir.

 

        İÇLİ BULGUR PİLAVI

İçli Bulgur Pilavcı 23

İçli Bulgur Pilavı 1

      

          Gereçler

        1 çay bardağı sıvı yağ

        1 kilogram ince bulgur

        1 yemek kaşığı tuz

        2 su bardağı su

        4 çay kaşığı susam

        2 yemek kaşığı kuş üzümü

        1 rendelenmiş soğan

        1 tutam nane ve kekik

        1 çay kaşığı pul biber

       

        Yapılışı

        Yağı tencereye konduktan sonra soğan, susam ve kuş üzümü iyice kavrulur. İçinbulgur konur ve biraz karıştırdıktan sonra üzerine nane, kekik, pul biber, 1 yemek kaşığı tuz eklenir. 2 su bardağı su konduktan sonra karışım suyu çekinceye kadar pişirilir. Üzeri gazete kâğıdıyla kapatıldıktan sonra 20 dakika dinlendirilir ve servis edilir.

 

       İNCİR UYUTMASI 

 İncir ulyutması 2İncir uyutması 1

       

        Gereçler

        1 litre süt

        250 gram incir

        2 çorba kaşığı şeker

        Bir miktar ceviz ya da fındık

       

        Yapılışı

        Süt parmak dayanacak sıcaklığa getirilir. İncirler çok ince kıyılır. Şeker ve bu kıyılan incirler süte katılıp karıştırılır. Sonra doğrayıcıyla çok az çekilir. Tencerenin kapağı kapatılıp sarılır. 1 gün bekletildikten sonra yoğurt kıvamına gelince servis edilir.

 

 

        MADIMAK

DSCF1919Madımak 1

        Gereçler

        1.5 kilogram madımak

        Bir kâse yoğurt

        150 gram pastırma

        Bir iki diş sarımsak

        Tuz, biber, yağ, salça

       

        Yapılışı     

        1,5 kilogram madımak temizlendikten sonra satırla kıyılarak iyice küçültülür. Bir tencereye yağ, salça, pastırma konularak kavrulur. Kıyılan madımak üzerine eklenir. 15 dakika pişirildikten sonra servis yapılır. Sarımsaklanmış yoğurt isteğe göre sos olarak kullanılır.

 

       MAYALI BAZLAMA 

 Mayalı bazlama 1Mayalı Bazlama 2

   

        Gereçler

        2 su bardağı un

        1 çay kaşığı tuz

        1 tatlı kaşığı toz maya

        Yaklaşık 1/2 su bardağı su (3/4 su bardağı su da kullanılabilir.)

        1 çay kaşığı toz şeker

       

        Yapılışı

        Hamurun hazırlanması için un ve tuz derin bir kaba konup karıştırılır.Toz mayay ve toz şeker ılık suya atılıp karkıştırılır. Yaklaşık 2-3 dakika kadar mayanın erimesini beklenhir. Mayalı su unun üzerine aktarılıp yoğrulmaya başlanır. Hamur ele hafifçe yapışacak duruma getirilir.

        Sonra toparlanır ve oda sıcaklığında en az 1 saat kadar bekletilir. Böylece hamurun kabarıp kıvama gelmesi sağlanır. Dinlenip ekmek hamuru kıvamına gelen hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparılır. Hamur parçaları, yani bezeler hafif un serpilerek tezgâhın üzerinde merdane yardımıyla pasta tabağı (15-18 santim çapında ) büyüklüğünde açılır. Öte taraftan, büyük boy bir teflon tava (ya da eski usul bir sac) orta ısı ateşin üzerinde kızdırılır. Bazlamalar, yağsız ve kızgın tavada önlü arkalı kızartılır. Sıcak bazlamaların üzerine tereyağı sürülür. Bazlamalar peynirle birlikte servise sunulur.

 

        PARMAK ÇÖREK

parmak-corek-1 parmak çörek 1

        Yozgat’ın kendine özgü biçim ve lezzeti olan bir ekmek türüdür. Bu ekmek türü Yozgat’ta taş fırınlarda  200-230 derecede ve az ateşte pişirilir. Asıl olan budur. Ancak evde de taş fırınlardaki gibi olmasa da parmak çörek yapmak olanaklıdır. Burada evde parmak çöreğin nasıl yapıldığı anlatılmaktadır.

       

        Gereçler

        1 adet yumurta beyazı

         1 çay bardağı sıvı yağ

        1 çay bardağı yoğurt

        1 tatlı kaşığı kimyon

        1 çay bardağı ezilmiş beyaz peynir

        1 tatlı kaşığı kabartma tozu

        1 çay kaşığı tuz

        Yeteri kadar un

        Üzeri için 1 adet yumurta sarısı

       

        Yapılışı

        Yumurta beyazı, yoğurt ve sıvı yağ karıştırılır. Üzerine diğer gereçler eklenir. Bunun sonucunda ele yapışmayan yumuşak bir hamur elde edilir. Bu hamur yarım saat kadar dinlendirilir. Sonra ceviz kadar parçalar alınarak 4 parmak eninde çubuklar yapılıp yan yana birleştirilir ve yağlanmış tepsiye dizilir. Üzerine de yumurta sarısı sürülür. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında kızarana kadar pişirilir

       

         Not: Parmak çörek de testi kebabı ve arabaşı gibi Yozgat Belediyesince Türk Patent Enstitüsü’nden (TPE) patenti alınarak tescilletilmiştir.

 

        ALT ÜST BÖREĞİ

        Alt üst böreği 2Alt üst böreği 1

       

        Gereçler

        5 su bardağı un

        1.5 çorba kaşığı tuz

        1 çay kaşığı karbonat

        3 çorba kaşığı sıvı yağ

        150 gram katı yağ

        1 yumurta

        1 yumurta sarısı (üstü için)

        1,5 çorba kaşığı sirke

        Yarım su bardağı yoğurt

        Yarım su bardağı su

        2 soğan

        350 gram kıyma

        1 tatlı kaşığı karabiber

        

        Yapılışı  

        1 kahve fincanı kadar un ayrılır. Kalan una 1 çorba kaşığı tuz ve karbonat eklenip elenerek hamur yoğurma kabına alınır. Üzerine sıvı yağ gezdirilir. Ortası havuz gibi açılıp yumurta, sirke ve yoğurt eklenir. Azar azar su konularak kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edilinceye kadar 7-8 dakika yoğrulur. Hamur biri büyük, diğeri daha küçük olmak üzere iki parçaya bölünür. Her parçadan sekizer beze yapılır. Üzerine nemli bez örtülüp 10 dakika dinlendirilir.

        Katı yağ eritilip 1 kaşık kadarıyla 30 cm çapındaki fırın tepsisi yağlanır. Büyük bezelerin her biri 25 cm çapında yufkalar biçiminde açılıp aralarına yağ sürülerek üst üste dizilir. Kalan bezeler de 20 cm çapında açılarak aynı biçimde hazırlanır. Buzdolabında 10 dakika daha dinlendirilir.

        Soğan soyulup ince ince doğranır. Kıyma ile birlikte tencereye alınıp kısık ateşte 15 dakika kadar kavrulur. Karabiber ve kalan tuz eklenip karıştırılır, soğumaya bırakılır.

       Büyük yufkalardan hazırlanan öbek, tepsinin çapından 3 cm daha geniş olacak biçimde elle açılarak büyütülür. Tepsiye, kenarları da kapatılacak biçimde yayılır. Üzerine kıymalı iç yerleştirilir. Küçük yufkalardan hazırlanan diğer öbek de 30 cm çapında açılır ve kıymanın üzerine yerleştirilir. Üzerine yumurta sarısı sürülüp önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında yaklaşık 30 dakika pişirilir. 10 dakika dinlendirildikten sonra dilimlenerek servis yapılır.

 

 

         PASTIRMALI BÖREK

       Pastırmalı Berik 1Pastırmalı Börek 2

       

        Gereçler

        1 yemek kaşığı katı yağ

        1 yumurta

        1 domates

        500 gram yufka

        500 gram ıspanak

        100 gram pastırma

        1 soğan

       

        Yapılışı

        Ispanağı temizlenip yıkanır ve kısık ateşte haşlanır. Haşlanan ıspanak hafifçe ezilir. Yağ bir tavada eritilerek üzerine soğanı doğranıp kavrulur. Domatesler rendelenerek, pastırmalar küçük doğranarak tavaya eklenir. Üstene de haşlanan ıspanak, yumurta ve karabiber konur. Yufkaların her biri dörde bölünüp içine hazırlanan içten konur. İstenilen biçimde sarılır ve kızgın yağda kızartılır.

 

        PATATES ÇORBASI

      Patates Çorbası 1Patatasie Çorbası 2

      

        Gereçler

       Yarım kilogram patates

        5-6 diş sarımsak

        4-5  yeşil soğan

        1 litre et suyu

        150 mililitre krema

        2 çorba kaşığı tereyağı

        Maydanoz

        Tuz, karabiber

       

        Yapılışı

        Patatesler kabukları soyulduktan sonra küp biçiminde doğranır. Soğan ve sarımsaklar ince ince doğranıp tereyağında sotelenir. Bir tencereye 1 litre et suyu, soğan, sarımsak, patates, tuz ve karabiber konarak sebzeler yumuşayana kadar 30 dakika kadar pişirilir. Çorba soğumaya başlayınca doğrayıcı ile pürüzsüz duruma gelene kadar karıştırılır. Üstüne 150 mililitre krema eklenip karıştırılır. Sonra da ince kıyılmış maydanozla servis edilir.

 

         PEZZİK ÇACIĞI

         Pezzik Cacığı 1

     

        Gereçler

        3 orta boy pancar (kırmızı)

        3+1/2 su bardağı su

        1+1/2 tatlı kaşığı tuz

        1 orta boy soğan

        1/4 su bardağı zeytinyağı

       1 tatlı kaşığı salça

       1/2 tatlı kaşığı kırmızı biber

        1/2 su bardağı duru pilavlık bulgur

        3 diş sarımsak

       1 su bardağı süzme yoğurt

 

        Yapılışı

        Pancarlar yıkanır, soyulur ve sağları ile birlikte incecik kıyılır. Tencereye ölçülü su konur, kaynayınca tuz ve pancarlar eklenir. Kısık ateşte yumuşayıncaya kadar (yaklaşık 30 dakika) haşlanır. Diğer tarafta soğan soyulur, yıkanır ve ince ince doğranır. Yağ ile soğan, sararıncaya kadar kavrulur, üstüne salça ile  ve bulgur eklenerek karıştırılır. Daha sonra, haşlama suyu ile birlikte pancar ve kırmızıbiber eklenir. Bulgur, yumuşayınca ve suyunu çekinceye kadar kısık ateşte pişirilip soğumaya bırakılır. Sarımsaklar soyulur, yıkanır, ince kıyılır ya da dövülür ve ezilmiş yoğurt ile karıştırılır. Bu karışım, servis tabağına alınan pancarların üzerine dökülerek yenmeye sunulur.Pancar cacığı lezzetli ve hoş görünüşlü bir salatadır. Ana ve ara öğünlerde tüketilir. Arzuya göre içine sucuk ya da pastırma konabilir. Pancar cacığı, haşlanan pancara bulgur eklenip pişirilerek de yapılabilir.

 

YOZGAT’LA İLGİLİ ÇEŞİTLİ (KARIŞIK) YEMEK TARİFLERİ

 

 

Eğlencelik Oyunlar

        Uzun yıllar önce radyonun hayal meyal anımsandığı, telefonun bir lüks olduğu, televizyonun daha ortada olmadığı dönemlerde yaşayanlar iyi bilirler, çocuklar kendi yarattıkları oyuncak ve oyunlarla eğlenip zaman geçirmeye çalışırlardı. Yetişkinler de uzun kış gecelerinde kendilerini eğlenecek etkinlikler üretme peşindeydiler. Bunun sonucunda birbirinden güzel çocuk ve yetişkin oyunları çıktı ortaya.  Çocuklar mahalle aralarında çeşitli oyunlar oynarken, yetişkinler de özellikle düğünlerde ilginç gösteriler düzenleyerek hem kendilerini hem de çevrelerindekileri eğlendirdiler. Bu nedenle  Yozgat’ta oynanan oyunları iki ana başlık altında toplamak uygun olur: çocuk oyunları, köy seyirlik oyunları.

        Günümüzde teknolojinin hızla yaygınlaşması, kitle iletişim araçlarının artması insanların eğlence anlayışlarını değiştirmiş, bunun sonucunda oyun kültürü unutulmaya yüz tutmuştur. Her ne kadar yetişkinlerin “köy seyirlik oyunu” denilen gösterileri köy düğünlerinde sergilenmeleri sürse de bu oyunlar da eski önemini yitirmiştir. Halk kültürümüzün önemli ögelerinden biri olan oyunlarımızın unutulmaması önemlidir. İşte bu sayfada bu amaçlanmıştır.

        Evet, bakalım ne gibi oyunlarımız varmış.

 

        A. ÇOCUK OYUNLARI

        Yozgat ve yöresinde çeşitli çocuk oyunları oynanır. Bunların çoğu başka yörelerde de oynanan türdendir. Kentler arası kültür alış verişinin doğal bir sonucudur bu. Ama yine de bazı yörelerin kendine özgü tipik oyunları vardır. Burada “saklambaç, körebe, ip atlama, yakan top” gibi çok yaygın ve bilinen oyunlar üzerinde durulmamış; yöresel niteliği daha fazla olanlar yeğlenmiştir. Zaman zaman oyunlarla ilgili fotoğraf ve videolara da yer verilmiş, böylece oyunların daha iyi anlaşılması sağlanmıştır.

 

        1. ARI (VIZ) OYUNU

        3-5 kişi tarafından oynanır. Oynayacak olanlardan biri sayışmaca yoluyla ebe seçilir.  Oyuncular ebenin 1-2 metre arkasında dizilirler.  Ebe sağ eliyle avuç içi içeri gelecek biçimde sağ yüzünü, gözünü ve kulağını kapatır. Sol elini de sağ koltuk altına koyar. Oyunculardan biri sessizce ebeye yaklaşır ve eline (omzuna, sırtına vb.) vurup hemen arkasını döner. Bu sırada diğer oyuncular ebeyi şaşırtmak için hep bir ağızdan, “Vızzz, vızzz, vızzz!” diye bağırırlar. Ebe oyuncular döner ve kendine kimin vurduğunu bulmaya çalışır. Ebe vuranı bilirse ebe o olur, bilmezse ebeliği sürer.

 

        2. AŞIK OYUNU

Aşık

        Aşık, koyun ve keçilerin arka bacaklarında bulunan dört yüzlü kemikle oynanan bir oyundur.  Aşık kemiğinin her bir yüzünün adı vardır. Bu yüzler yöreden yöreye farklı adlar alır. Bu adlar, bazı kaynaklarda “cuk (cik),  tok, allı, kazak”; bazı kaynaklarda “cik, tök, alşı, öpen” olarak geçer. Örneğin Yozgat’ta aşık kemiğinin kulak memesine benzeyen kısmına “gıdık” denir.  Allı ya da kazak denilen kısımlar aşık kemiklerinin alt ve üst dar yüzeyleridir.  Aşıklardan biri “enek” (kimi yerlerde “şak”) olarak adlandırılır. Enek olan aşığın içi kurşunla doldurulmuştur. Amaç, aşığın ağır olup diğer aşık kemikleri üzerinde etkili olmasıdır. Aşıklar, özellikle enek olanı, ilginç renklerle boşanarak gösterişli bir duruma getirilir.

        Aşık, en az iki kişi ile oynanır. İlk atışı yapacak oyuncu ve oyun sırası, yazı tura vb. yöntemlerle seçilir. Aşık kemikleri her oyuncudan eşit sayıda, yerde zıda adı verilen bir dairenin ortasına tek sıra olarak allı ya da kazak yüzeyleri yere gelecek biçimde dik olarak   dizilir. İlk oyuncu, dairenin dışında belli bir uzaklıktan (genellikle 3-4 metre) elinde bulunan enekle daire içindeki diğer aşıklara vurarak onları daire dışına çıkarmaya çalışır. Daireden dışına çıkan aşık, oyuncunun olur.  (Oyuncular önceden eneğin atış sonrası durumu konusunda aralarında anlaşırlarsa ve atış sonrası enek gıdık tarafı üste gelecek biçimde durursa daire dışına çıkardıkları kemik sayısı kadar da ödül  kazanırlar.) Bir ya da daha fazla aşığı daire dışına çıkaran oyuncu, atış sonrası eneğin kaldığı yerden oyunu sürdürür. Enek genellikle daire içinde diğer aşıklara yakın konumda kaldığından oyuncu sonraki atışlarda daha avantajlıdır. Oyuncu aşıkları ıskalarsa sıra diğerine geçer. En çok aşığı daire dışına çıkaran kişi oyunu kazanır.

        Tarihi bir Türk oyunu olan aşık, Türklerin yayıldığı tüm coğrafi bölgelerde oynanan bir oyundur. Aşağıdaki videoyu izlerken buna tanık olacaksınız.

 

 

        3. AYAĞIM NALLI OYUNU

        Oyun iki takım arasında oynanır. Oyuna katılan oyuncular futbol oyuncuları gibi iki öbeğe ayrılırlar. Her öbeğin bir kalesi vardır. Kalelerde iki direk bulunur. Direğin biri her takımın kendi oyuncularına ayrılmıştır. Diğeri  ise karşı öbekten alınan tutsaklar içindir. Oyun başlayınca her öbekten karşı tarafa birer tutsak verilir. Sonra da tutsaklar kurtarılmaya çalışılır. Önce karşı öbekten çıkan bir oyuncu, “Ayağım nallı.” der ve  tutsak olan arkadaşını kurtarmak için koşar. Karşı taraftan başka bir oyuncu da, “Ayağım nallı.” diyerek onu yakalamaya çalışır. Yakalarsa o kişi de tutsak olur. Rakip oyuncular arkadaşlarını tutsak vermemek için diğer bir oyuncuyu oyuna sokarlar. Kaleden en son ayrılan ebe sayılır. Oyun böyle sürer. Sonunda bir taraf tamamen tutsak olur. Diğer taraf oyunu kazanır ve kaleleri değişirler. Yeniden oyuna başlayıp ikinci yarıyı oynarlar.

 

        4. BİRBİRBİR OYUNU

Birbirbir

        Birdirbir, çocuklar ve gençler arasında oynanan bir oyundur. 7-8 kişiyle oynanır. Oyuncular arasından biri ebe seçilir. Bu seçim genellikle sayışmaca yoluyla yapılır. Ebenin duracağı yer belirlenir. Diğerleri ebeden 20-25 adım ötede 3-4 adım aralıklarla dizilirler. Ebe eğilip belini kamburlaştırır. Sırası gelen ebenin üstünden atlarken kendi numarasını söyler. Bu numara söyleme belli bir tekerlemeye göre söylenir. Örneğin birinci oyuncu ebenin üstünden atlarken “birdirbir” der ve ebeden 3-4 adım ötede o da eğilip belini kamburlaştırır. Sırası gelen kişi, hem ebenin hem de kendinden önce atlayan kişinin sırtından atlar. Ebenin sırtından atlarken sırasını belirtip tekerlemenin kendisiyle ilgili bölümünü söyler ve en son atladığı kişiden sonra o da eğilir.

        İkincisi, “İkidir iki, olur tilki.”; üçüncüsü, “Üçtür üç, yapması güç.”; dördüncüsü, “Dörttür dört, kuş gibi öt.”; beşincisi, “Beştir beş, aldım bir eş”; altıncısı, “Altıdır altı, yaptım kahvaltı.”; yedincisi, “yedidir yedi, yemeğimi yedi.”; sekizincisi, “Sekimiz seksek, yere düşen eşşek.”; dokuzuncusu, “Dokuzum durak, nerde oturak?” der. (Söylenen tekerleme yöreden yöreye ya da oynayan kişilere göre farklılıklar gösterir.) Bu durum birisinin atlayamamasına kadar sürer. Atlayamayıp düşen ebe seçilir. Ebe, ebelikten kurtulmaya çalışır. Bunun için arkadaşları atlarken çok eğilerek ya daha yükselerek birinin düşmesi için çabalar. Atlayamayan ya da düşen ebe olur. Bazen oyunu daha da zorlaştırmak için ebenin üstüne mendil konur. Bu durumda, atlarken mendili düşüren ebe olur.

        Birdirbirin bir başka türünde, oyuna katılanlar ebenin üstünden atladıktan sonra hemen onun yanında eğilirler. Yani arada bir boşluk bırakmazlar. Bu durumda arkadan gelen kişi tümünün üzerinden atlamak durumundadır. Böyle oynanan oyunda oyuncu sayısının az olması gerekir. Çünkü sayı arttıkça atlamak zorlaşıp olanaksız duruma gelir. Bir de yaralanma tehlikesi söz konusudur.

        Birdirbirin bir türünde de oyuna katılanlar yalnızca ebenin üstünden atlarlar. Atlamayı başaramayanlar ya da atlarken dengesini yitirip düşenler yanar ve ebe olurlar.

        Birbirdirle ilgili iki örnek video:

 

         5. ÇELİK ÇOMAK OYUNU

Çelik Çomak 1Çelik Çomak 2

        “Çelik çomak” oyununda iki gereç vardır: Biri,  “çelik” denilen 15-20 cm uzunluğunda, 2-3 cm kalınlığında bir ağaç parçası; diğeri de 1 metre uzunluğunda bir değnektir. Çeliğin iki ucu bıçakla sivriltilir. Çomakla yerde bulunan çeliğin uç kısmına vurularak onun havada uçması sağlanır. Oyunda amaç, ucuna vurularak yerden kaldırılan bu çeliğin havadayken çomakla vurulup elden geldiğince uzağa fırlatılmasıdır.

        Oyun, genellikle iki kişiyle oynanır. En az iki kişilik takımla da oynanabilir. Oyuna kimin ya da hangi takımın önce başlayacağını belirlemek için düz bir alanın ortasına bir daire çizilir. Rakip iki kişi belli bir uzaklığa geçer ve ellerindeki çeliği bu dairenin içine atarlar. Çeliği merkeze en yakın düşüren oyuna başlar. Bir başka yöntem de daire içindeki çeliğe çomakla vurarak saydırmaktır. Bu durumda en fazla vuran oyuna başlama hakkı kazanır.

        Oyun şöyle oynanır: Yerde küçük bir çukur açılır. Çelik bir ucu dışarı gelecek biçimde bu çukura konur. Amaç, ilk harekette çeliğin havalanmasını kolaylaştırmaktır. Sonra 15-20 metre uzaklığa bir çizgi çekilir. Oyuna başlayan kişi, becerisini kullanarak çeliği havalandırır ve ona çomakla vurarak işaretli çizgiyi geçirmeye çalışır. Çizgiyi geçiremez ya da ıskalarsa oyun başlamaz. (Oynayan kişiler aralarında anlaşmışlarsa çizgiyi geçiremeyenlere ikinci bir hak daha verilir.) Sıra diğerine geçer. Çizgiyi geçirirse çeliğin düştüğü yere gider, elindeki çomakla çeliği yeniden havalandırır ve dağa uzağa atmaya çalışır. Başaramazsa sıra diğerine geçer. Oyun böylece sürer. Oynayanların kaç hak kullanacağı oyun başında belirlenir. Herkes hakkını kullanınca oyun biter. En çok sayı kazanan kişi ya da taraf oyunu kazanır.

        Çelik çomak oyununun başka biçimde oynandığı durumlar da vardır. Örneğin, bir taraf çeliği çomakla  ileri  atar, karşı taraf da elindeki sopayla çeliği havada vurur. Çelik atıldığı çukurdan daha geriye düşerse sayı alır.

        Oyunun bir başka biçimi de şöyledir: Oyuncu çukura yerleştirilen çeliği elindeki çomakla B tarafı oyuncularına doğru hızla atar ve çomağı dairenin içine bırakır. Eğer B taraf oyuncuları atılan çeliği havada yakalarsa hem sayı kazanır hem de çeliği kaptıran A takımı oyuncusu oyundan çıkmış olur. B takımı çeliği yakalayamazsa çeliği düştüğü yerden alıp yerdeki çomağa doğru atarlar. Çomağı vurabilirlerse A takımının oyuncusu yine oyundan çıkar. Vuramazlarsa A takımı çelikle çomağın arasındaki uzaklığa bakarak B takımının bu uzaklığı belli bir adımda almasını ister. Örneğin, “Üç adımda al, beş adımda al.” gibi. B takımında adımını büyük atabilen ve kendine güvenen bir oyuncu bulunmazsa ya da bu adım sayısında çomaktan çeliğe ulaşamazsa A takımı adım sayısı kadar sayı alır. Eğer bu adımda yetişebilirlerse sayıyı B takımı alır. Oyunun başında kararlaştırılan sayıya ilk ulaşan takım oyunu kazanır. Bir sonraki oyuna kazanan taraf başlar. Hangi tarafın oyuncularının tamamı oyundan çıkarsa bu kez diğer taraf oyuna başlar. Bir takım, kararlaştırılan sayıya hiç puan yitirmeden ulaşırsa oyundan çıkmış bir arkadaşlarını yeniden oyuna sokma hakkı elde eder.

        Oyunla ilgili bir video:

 

 

        6. ÇEMBER ÇEVİRME OYUNU

Çember oyunu

        Oyun, demir çubukla yapılmış bir çemberle oynanır. Uzun ve kalın bir telin ucu halka biçiminde kıvrılıp bu çembere geçirilir. Uzun telin diğer ucu tutularak çember istenilen yöne sürülür. Çemberi yere düşürmeden sürmek sanıldığı kadar kolay değildir. Çember yarışı için belli bir uzaklık belirlenir. Çemberiyle hedefe en önce varan, oyunu kazanır. Yarış sırasında çemberin yere düşmemesi gerekir. Çemberi yere düşüren oyunu kaybeder.  Oyunda belli bir kişi sayısı yoktur.Oyun birtakım şenliklerde yetişkinler tarafından da oynanmaktadır.

 

        7. DALYA OYUNU

DALYA

        3-4 kişiden oluşan İki öbek arasında oynanır. Bir çizgi çekilir. Çizgiden altı-yedi adım uzağa 7-8 ufak kiremit parçası üst üste gelecek biçimde dizilir. Sonra oyuna hangi tarafın başlayacağı belirlenir. Bunun için genellikle sayışmaca yapılır. Oyuna başlayacak öbekten biri çizgiye gelir. Rakip takımdan biri de dizili kiremit parçalarının başında durur. Çizgideki oyuncu elindeki küçük lastik topu atarak dizili kiremitleri düşürmeye çalışır. Ama elden geldiğince az sayıda kiremit düşürmelidir. Çünkü kiremit taşları yıkıldığında mücadele başlamış demektir. Atışı yapan taraf oyuncuları yıkılan kiremit parçalarını yeniden üst üste dizmek için çabalarlar. Bu ara atılan topu yakalayan rakip takım oyuncuları da kiremitleri dizmeye çalışan kişilere ellerindeki topu atarak onları vurmaya çalışırlar. Vurulan oyuncu oyun dışı kalır. Bu ara ebe olan takımın oyuncuları topu birbirlerine pas olarak verebilirler. Kiremit parçalarını dizmeye çalışanlarsa hem eylemlerini sürdürmek hem de toptan sakınmak için çaba gösterirler. Bir yandan da kendilerine atılan topu tutmaya çalışırlar. Çünkü topu tutmayı başaran kişi oyun dışı sayılmaz. Topu daha uzağa atarak takımına zaman kazandırır. Kiremit dizmekle uğraşan takımın oyuncuları ellerinden geldiğince kiremitlerin yanında beklerler ki dizmeye katkıda bulunabilsinler. Kiremit dizmeye çalışanlar bunu başarırlar ve hâlâ vurulmayan oyuncu ya da oyuncuları kalırsa oyunu kazanmış olurlar. Ancak kiremitleri dizmeyi başaramadan tüm oyuncuları vurulursa oyunu kaybederler. Top bu kez karşı tarafa geçer ve bu kez atışı onlar yaparlar. Oyun da böylece sürer. Oyunun kaç el oynanacağı iki tarafça oyun başlamadan kararlaştırılır.

 

        8. GÜVERCİN TAKLASI OYUNU

tAKLA

         Dörder kişilik iki takımla oynanır. Önce ebe olan takım belirlenir. Bu belirleme sayışmaca ya da kura yoluyla yapılır. Sonra takımdan iki kişi birbirlerine arkaları dönük biçimde hafifçe eğilerek ayakta dururlar. Diğer iki kişi de biri ön biri arka tarafta olmak üzere kafalarını bunların ayakları arasına sokar ve sağlam durmak için de elleriyle onların ayaklarını tutarlar. Diğer takım oyuncuları da ayakta durup bellerini aralayan oyuncuların arasından takla atarlar. Onlara atlama ortamı hazırlayan diğer takım oyuncuları atlayanları engelleyici bir davranışta bulunamazlar. Yoksa atlayış yinelenir. Oyunculardan biri takla atmayı başaramazsa onun takımı diğerinin yerine geçer. Oyun böyle sürer.

        Oyunla ilgili bir video:

 

 

        9. LIT OYUNU

        “Lıt” yuvarlak taş demektir. Oyun dört, altı ya da sekiz kişiyle oynanır. Her  oyuncunun beş lıtı ve bir de elinde “şaka” denilen yassı bir taş olur. Bu taş lıtları vurmak için kullanılır. Oyun için büyükçe bir daire, dairenin ortasına da bir çizgi çizilir. Her oyuncu lıtlarını dairenin ortasındaki çizgiye koyar. Daireden belli uzaklıktaki bir yere de bir atış çizgisi çizilir. Oyuncular ellerindeki “şaka”larla lıtları dairenin dışına çıkarmaya çalışırlar. Oynama sırası sayışmacayla belirlenir. Kim kendi lıtından fazlasını daire dışına çıkarırsa oyunu kazanmış olur.x

 

        10. SEKSEK OYUNU

Seksek 2seksek 1Seksek 3

        Seksek, yere tebeşir ile birbirini izleyen kareler ya da daireler çizilmesi ve numaralandırılmasıyla oynanan bir tür sokak oyunudur. Daha çok kız çocuklar arasında oynanır. İki ya da daha çok kişi tarafından oynanabilir. Pek çok çeşidi vardır.

        Oyunu oynamak için yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi genellikle 7, 8 ya da 10 kareli çizgiler çizilir. (Daha farklı çizgiler de çizilebilir.) Bu çizgilerden en az ikisi yan yanadır. Oyuncular çizgili alanların içine sırayla ellerindeki kiremiti ya da yassı bir taşı atarlar.  Atılan cisim çizili alanların dışına düşer ya da çizgide kalırsa atma sırası öbür oyuncuya geçer. Atış başarılı olursa oyuncu tek ayağı üzerinde sekerken taşı taşı da iterek bütün boşluklardan geçirmeye çalışır. Eğer diğer ayağı yere değer ya da boşlukların arasındaki çizgilere basarsa yanar ve sırasını yitirir. Oyun iki tur oynanır. İlk turda baştan (1’den) sona, ikinci turda da sondan başa doğru gidilir.

        Başka bir seksek türünde ise kiremit ya da taş atıldıktan sonra karelere isabet ederse, oyuncu taşın bulunduğu karenin üstünden atlayarak oyuna başlar, dönüşte çizgilere değmeden de taşı geri alır. 4, 5 ve 7, 8. kareler yan yana oldukları için bu karelerden birine taş gelince, yandaki kareye çift ayakla basılır. Topun olmadığı yan yana karelere gelindiğinde her ayak bir kareye gelecek biçimde iki ayak da basılı olur. Denge gerektiren bir oyundur. Bu oyunda oyuncular dikkatli olmalıdır.

        Oyunla ilgili bir video:

 

       

        11. TIP OYUNU

        Bir öbek arasında oynanır. Öbekteki kişilerden biri, “Tıp!” der. Herkes olduğu yerde çivilenmiş gibi durur ve ses çıkarmaz. Kim hareket eder ya da konuşursa bütün oyuncular ona saldırır ve  elleriyle vurmaya başlarlar. Oyun böyle sürer. 

 

        B. KÖY SEYİRLİK OYUNLARI

        Köy seyirlik oyunları yıllardan beri süregelen halk tiyatrosu geleneğinin günümüze uzantısıdır. İslamiyet öncesi Türk kültüründen beri vardır. Zamanla İslamiyetin ve başka kültürlerin etkisiyle değişimlere uğrayarak günümüze kadar gelmiştir.

        İçinde bulunulan yörenin kültür düzeyine ve geleneklerine göre birtakım farklılıklar gösteren köy seyirlik oyunlarında taklit ön plandadır. Bu oyunlar belli bir metne bağlı değildir. Başka bir deyişle doğaçtan oluşturulmuştur. Belli bir olaydan hareket edilerek insan, hayvan vb. taklit edilir. Oyunlarda müzik, dans, şiir ve soytarılığın iç içe olduğu görülür. Amaç izleyenleri eğlendirmektir. Bu nedenle söz konusu oyunlar genellikle düğünlerde oynanır. Oyunda ilginç giysiler de kullanılır. Kısacası köy seyirlik oyunları bir tür halk tiyatrosudur.

        Yozgat ve yöresi köy seyirlik oyunları açısından zengin bir özelliğe sahiptir. Burada çok çeşitli olan bu oyunlardan en yaygın olanları verilecek, bazıları da videolarla desteklenecektir.

 

        1. ARABOĞLU OYUNU

        Oyun, düğünün akşamında oynanır. Bu oyunda kız giysisi giymiş iki erkek; kürklü, sarıklı, sakallı yüzü siyaha boyanmış, sırtı ve karnı şişirilmiş kız babası araboğlu;   bostan korkuluğu gibi, beyaz giysi giymiş bir ölü, iki de elleri palaska olan zaptiye olur. Davul-zurna eşliğinde oynanarak gençlerin naraları arasında kız evine gidilir. Oradan bahşiş alınarak oğlan evine dönülür.

 

        2. CEMALCIK (CEMAL)OYUNU

        “Koyun Yüzü, Saya Gezme, Bereket Oyunu” olarak da bilinir. Genellikle koyunların kuzuladığı “döl alma” mevsimi denilen şubat-mart aylarından başlayarak toprağın canlandığı bereketin, bolluğun çoğaldığı bu dönemlerde davul ve zurna eşliğinde erkeklerin oynadığı bir sıra gezme oyunudur.
Oyunda kız giysisi giyinmiş erkek oyuncular, söyleyici (okuyucu), kahya, yöreye göre dede, âşık gibi kişiler vardır. İki kişinin sırtlarına merdiven konularak ön tarafa bir kazma ile deve başı yapılır ve zil takılır. Kilim, cecim gibi malzemelerle üstü kapatılarak ortaya bir semer konulur ve deve yapılır. Davul ve zurna ile söyleyici, oyuna katılan oyuncularıyla birlikte bütün köyü gezer ve her evin kapısında,

        Hey hayadan hey hayadan,

        Yılan çıkmış kayadan.

        Yoksulluktan gelmedik,

        Âdet kaldı sayadan (atadan).

der ve oyunlar oynanır. Gülünür, şakalaşılır. Hediyeler toplanır ve bunlar köyün en yoksuluna verilir ya da yemek yapılarak hep birlikte yenilir.

 

        3. ÇOBAN OYUNU

        Oynayanlardan biri çoban, biri kurt, diğerleri de koyun olur. Kurt sürüye dalıp koyunların birini kapar. Çoban bunun farkına varır, ama elinden bir şey gelmez. Ortada bir koyun postu ya da ceket kalır. Çoban postu alıp sürü Sahibinin yanına gelir. Postu ve onun sahibini sürü sahibine teslim eder. Sürü sahibi,  “Bu koyun benim değil, benim koyunumun sağ kulağının şurasında bir en vardı.” der ve kendisine teslim edilen oyuncunun kulağını kıvratır. “Benim koynumun döşünde kırmızı boyası vardı.” der, salçayı gömleğine çalar. Koyunun bir türlü kendisine ait olduğunu kabul etmez. Oyun böyle sürer.

 

        4. DAMAT TIRAŞI

         Ortaya bir sandalye konur ve damat sandalyeye oturtulur. Oynayanlardan biri; bir elinde boya fırçası (süpürge) balta (nacak, orak); diğer elinde de bir su kovası ile gelir. Damadın yüzünü sabunlu boya fırçasıyla ya da süpürgeyle fırçalar. Sonra balta ya da diğer aletlerden biriyle damadı tıraş etmeye başlar. Bazen de su yerine tükürükle tıraş ederler. Oyunda damadın başına bir kova su döküldüğü de olur. Orada bulunanlar, tıraş süresince damadın çevresinde halay çekerek, mâni söyleyerek eğlenirler.

         Oyunla ilgili bir video:

 

        5. DEMİR KAZIK OYUNU

        Oyuna katılanlar ikişerli takım oluştururlar. Boş bir arazinin ortasına demir kazık çakılır. Kazık çakma olanağı bulunamazsa ya da ağırca bir taş, büyük bir yonu ya da kefek konur. Eşit boyda iki sicim, demire (taş, yonu ya da kefeğe) bağlanır.  Sicimlerin diğer ucunu gençlerden iki eş tutar, diğer eşler palaskalarıyla sicim tutan gençlere vurmaya çalışırlar. Sicim tutan eşler sicimi bırakmadan palaskalı gençlere ayaklarıyla vururlarsa, vurulan eşler sicim tutanların tarafına geçer. Oyun, davul-zurna eşliğinde ve seyircilerin alkış tutmalarıyla sürüp gider.

 

        5. DEVE OYUNU

        Düğünde damat evinden kız evine sini yürütülürken damat taraftarlarınca bir deve maketi yapılır ve çeşitli gereçlerle süslenerek üzerine bir beşik yerleştirilir. Beşiğe yavru köpek konur. Deve maketinin içine biri ön, biri arka tarafta olmak üzere iki kişi girer. Önde damat evince hazırlanan sini, arkada köyün erkekleri, onun arkasında davul-zurna eşliğinde deve ve savranı (deveci), kız giysisi giymiş iki erkek, en arkada da hanımlar, oynayarak kız evine gelirler. Deveci, deveyi havlunun ortasına ıhtırır. Kız babasından bahşişini alınca devesini kaldırır. Sini kız evine bırakılarak oğlan evine dönülür.

        Deve oyununun yukarıda anlatılanı dışında farklı biçimleri de vardır. Bu farklılık köyden köye değişmektedir.

        Oyunla ilgili iki video:

        6. ET SATMA OYUNU

        Bir et satan kişi çıkar ortaya. Kendine bir yazıcı, sözde gizliden üç tane de kırbaçları koyunlarında saklı yardımcı alır. Bu yardımcıların adları; Arap, Çerkez ve Hıdır’dır. Erkeklerden bir kısmına yalancıktan et satılır. Bir yandan da herkesin aldığı et, borç olarak yazılır. Sıra alacak toplamaya gelir. Bu hemen de olabilir, kısa bir oturuştan sonra da. Önemli olan, alacak toplanırken borçlulardan bir kısmının borçlarını ödeyemez olmalarıdır. İşte o sırada et satıcı, yardımcılarına sırasıyla ve gerektikçe kırbaçlarını birer birer çıkarttırır ve aşağıdaki tekerlemeyi söyler:

        Arap

        Vermeyenin hali harap

        Çerkez

        Ne halt eder de vermez

        Hıdır

        Vermeyenin hâli budur.

        Her gelene, ne kadar borç için çağrıldıysa o kadar kırbaç vurulur. Böylece oyun biter.

 

         7. KIZ KAÇIRMA OYUNU

        Uzun kış günlerinde, akşamları ailenin erkekleri köy odalarında, hanımlar da çocukları ile bir evde toplanıp kavurga yerler. Bu arada masallar, öyküler anlatırlar. Tam bu sırada, mahallenin gençleri başka bir evde toplanarak bir arkadaşlarına kız giysisi giydirirler. Başına da yüzünü örtecek kadar yazma (yapık) geçirip diğer eve gelirler. Arkadaşları dışarıda kalır. Evin bekâr oğlu, sözde kız kaçırmıştır. O kızı (kız kılığına giren erkeği) elinden tutarak içeri girer. Anlatılan masallar, öyküler yarıda kesilir. Delikanlı, annesinin yanına vararak ona kız kaçırdığını söyler ve elini öper. Kız da şaşkın bakışlar arasında oğlan annesinin elini öper. Herkesin ağzı açık kalır. Anne şaşırmış durumda ne diyeceğini bilemez. Dışarıda kalan gençlerin içeriye girmesiyle şaşkınlık eğlenceye dönüşür. Anne, gençlere birlikte yemeleri için hindi ya da kaz verir. Bekâr gençler evlenmek istediklerini bu yolla anlatmış olurlar.

 

        8. KOCALARIN YÜZÜNÜ AĞARTMA OYUNU
Erkeklerden birkaçı kız, biri de ana kılığına girer. Düğün evinden özel kadın giysileri getirtilir. Hazırlık odasında kendilerine çekidüzen verip düğün odasına girerler. Kızlar, odadaki erkeklerden birer koca seçip yanlarına oturur; kollarını da onların boynuna sararlar. Bir elleriyle de kirmen çevirirler. Avuçlarının içinde un vardır. Oyunu yöneten ana, “Kızlarım, evinize bir konuk gelince, kocalarınızın yüzünü ağartın.” der demez, avuçlarındaki unu kocalarının yüzüne sürerler.

 

        9. KÖRÜK OYUNU

        Dört kişiyle oynanır. Körük olan kişi yatar ve sürekli üfler. Çırak, körüğü çeker; usta da kalaylar. Oyunda kullanılacak gereçler, biraz kül ve bir tenceredir.

        Oyun hazırlanır. Çırak, körük olan kişiyi körük gibi yaparak ileri geri hareket ettirir. Dışardan gelen çırak seslenir:

        -Usta, eben ölmüş.

        -Boş ver.

        -Annen ölmüş.

        -Boş ver.

        -Usta, baban ölmüş.

        -Boş ver, onu köylü kaldırır.

        -Ustam, karın ölmüş.

        Usta,

        – Amanın, körüğün ağzını kapat, tez cenazeye gidelim, dediği anda körüğü çeken çırak; oturan kişinin ağzına, gözüne kül, çamur, yağ ne varsa çalar. Oyun böylece biter.

 

       10. ÖĞRENCİ OKUTMA OYUNU

        Birisi hoca olur. Tespihi, asası, içine su dolu tas oturtulmuş sarığıyla, erkekler arasından şakaya uygun birkaç kişiyi öğrenci olarak seçer ve onlara diz çöktürür. Sonra öğrencileri sırasıyla okutmaya başlar. Bunun için aşağıdaki sözleri söyler:

        Elifcimlisin bori,

        Başındadır zoru,

        Elinde asa,

        Dikkat et tasa.

        Hocadan sonra öğrenciler de birer birer yineler. Bunun üzerine hoca, iyi bulduklarına sırasıyla tesbihini, asasını  armağan eder. En iyi bulduğu öğrenciye de başındaki sarığı armağan eder ve ters çevirerek öğrencinin başına geçirir. Öğrenci de bir güzel ıslanır.

 

        11. SİNSİN OYUNU

        Köy düğünlerinde, gece düğün evinin önünde ya da bahçesinde büyük bir ateş yakılır. Genç ekeklerden bir oyuncu hızla ortaya çıkar, davulun ritmine göre dört yana dönerek oynar. Bu arada, seyircilerin içinden birdenbire çıkabilecek başka bir oyuncudan korunması gerekir. Çünkü yeni çıkan oyuncu eskisine yumrukla ya da  düğüm yapılmış bir mendil, bir ip parçasıyla vurabilir. Yeni oyuncu geldikten sonra ilk oyuncu (yumruk yesin yemesin) meydandan ayrılarak halk arasına karışır, öcünü alabilmek için fırsat kollar. Sonra ikinci oyuncuyu öteki oyuncular izler. Oyun böyle sürer. Büyük meydan ateşi sönmeğe başladığı zaman bütün oyuncular el ele verir ya da  serçe parmaklarıyla tutuşur; davulcu ve zurnacıyı da aralarına alarak toplu bir oyun oynarlar.

 

        12. TARLA SINIRI OYUNU

        Gençler bir arkadaşlarının ellerini arkadan olmak üzere ayaklarına da bağlarlar. Temsili olarak iki tarlanın sınırına oturturlar. Kendileri de onun sağına soluna dizilirler. Sağındaki arkadaşı, “Bizim tarlanın sınırına geçmiş” diyerek onu eli ya da ayağıyla taş yuvarlar gibi yuvarlar. Bu kez de solundaki arkadaşı, bizim sınırı geçmiş diye başlar onu tepiklemeye ve diğer tarafa doğru yuvarlamaya. Hayli eziyet edildikten sonra ebe değiştirilir. Sınırı belirlemek için muhtar (oyuna katılanlardan biri) çağrılır. Muhtar üzerine çıktığı bir taşı çiğner, sonra da ayaklarıyla tutup sınıra koyar.

 

        13. SAYIL ÇIKARMA (KÖSE GEZDİRME) OYUNU

        Şubat ayının birinci ya da ikinci haftasında köyün gençleri toplanır. İçlerinden birisi köse olur. Ona koyun yününden pala bıyık ve sakal yapılır. Başına şapka takılır, sırtına aba geçirilir, beline de birkaç çıngırdak ya da deve çanı bağlanır.

        Gençlerden biri gelin seçilir. Entari giyer, başına atkı takar. Gencin birinin omzuna heybe konur. Gençlerden biri de tilki görevini üslenir.

        Oyunda özel görev alanlar, diğerleriyle birlikte hava karardıktan sonra köyün bütün evlerini, özellikle sürü sahiplerinin evlerini gezerler. Gezdikleri evde gençlerin söyledikleri türkü eşliğinde köse ile gelin oyununu oynarlar. Oyun sonunda köse evin ağasının kucağına yatarak ölme numarası yapar.

        Gelin, kösenin başına oturur ve aşağıdaki ağıdı söyler:

        Gökte yıldız sayılır mı?

        Çiğ yumurta soyulur mu?

        Kösem ölmüş, duyulur mu?

        Uy ha ha!

 

        Kösem kendi ok gibi,

        Yuvarlandı bir top gibi,

        Ayak ucuna geçtim,

        Baş ucuna kaçtım.

        Uy ha ha!

 

        Kösem kösem kan yedi,

        Sakalı var on yedi,

        Kösem kösem kalk gidelim.

        Uy ha ha!

 

        Kösemin adı Omar,

        Sağını açar, solunu yumar,

        Ağalarından para umar.

        Uy ha ha!

        Ağıttan sonra evin ağası kösenin bahşişini verir. Evin hanımı da yağ, bulgur verir. Bu arada tilki evden kap kaçak, kaşık çalar. Evler arasında köy gençlerinden bazıları gelini kaçırıp saklar. Köseyle delikanlı arasında kavga başlar. Kavga sonunda delikanlı, gelini köseye teslim eder. Böylece köyün bütün evleri gezilir.

 

        14. TURA OYUNU

        Oyunun iki biçimde  oynanır:
        İpli tura: Daha çok düğünlerde oynanan bu tura oyunu davul-zurnanın avet havası çalması ve halkın, oyun yeri olan düz bir harman yerinde toplanmasıyla başlar. Önce ortaya bir kazık çakılır. Bu kazığa sekiz on metre uzunluğunda bir ip bağlanır. Bir delikanlı “ebe” seçilir. İpin bir ucu kazıkta bağlıdır, bir ucu da ebenin elindedir. Ebe, ipi bırakmadan kazığın etrafında dönmeye baslar. Diğer oyuncular ebeye vurmaya çalışırlar. Bu vurma işi “tura” ile olur. Tura, kalın bir bezin kıvratılarak örülmesi ve örgünün sonunun bağlanmasıyla oluşan bir gereçtir. Oyuncular bu bez parçasıyla ebeye vurmaya çalışırlar. Turanın içine taş konup konmadığı ebe tarafından denetlenir. Ebe, kendine vuran oyuncuları ipi bırakmadan vurmaya çalışır. Eğer vurursa vurulan kişi ebe olur, ipi o tutar. Bu kez diğerleri buna vurmaya çalışırlar. Oyun böyle sürer.

       Saklamalı tura: En az on beş kişiyle oynanır. Oynayacak olanlar, davul-zurnanın oyun havasıyla bir harman yerinde toplanıp daire biçiminde otururlar. Aralarından birini ebe seçerler. Ebenin elinde “tura” vardır. Ebe, ezdirmeden dairenin içine dönük kişilerin arkasına turayı koymaya çalışır. Oturanlar arkalarına bakmadan elleriyle turanın konup konmadığını yoklarlar. Arkasına tura konan oyuncu turayı alarak ebeyi kovalar. Yetişirse vurur, yetişemezse ebe dolanarak gelip kalkan oyuncunun yerine oturur. O zaman ebe sırası bu oyuncuya geçer. Yok eğer oyuncu turanın arkasında olduğunu fark etmezse ebe dolanıp gelir: “Kalk bakalım, sırtına bineceğim. Tura senin arkandaydı, ama farkında olmadın. Cezanı çek.” der ve oturan oyuncunun sırtına biner. Bir sefer dolaşır gelir ve sırtına bindiği oyuncunun yerine oturur. Ebe sırası cezalı oyuncuya geçer. Seyredenler bu oyunu heyecanla izlerler. Oyun böylece sürer.

 

        15. YASTIK GÜREŞİ OYUNU
Yaşlı bir insanın yaşamla mücadelesinin simgelendiği yastık güreşi oyunu, hem güldüren hem de düşündüren iletilerle dolu bir oyundur. Gereç olarak bir yastık, yere sermek için kilim kullanılır. Yastığı tutmak için de bir kişi görevlendirilir. Oyun, çeşitli güreş figürleriyle izleyiciye sunulur.

 

        16. YUMURTA ÜFLEME OYUNU

        Ortaya bir sehpa, üstüne de bir yumurta konur. Bu yumurtayı kim üfleyerek aşağı düşürürse ödül verilecektir. İki kişi, “Biz düşürürüz.” deyip ortaya çıkar. Bu kişilerin gözleri bağlanır. Bu kişiler ortadaki bir sehbada karşılıklı otururlar. Yumurtayı üflemek için hazırlanırlar. Bu sırada diğerleri sehpanın üstündeki yumurtayı alıp yerine bir tabak un koyarlar. Yumurta üfleyiciler tüm güçleriyle üflemeye başlarlar. Tabaktaki un bitinceye dek üflerler. Her ikisi de değirmenden çıkmış tazıya döner. Seyredenler de zevkten dört köşe olurlar.

        Yukarıda anlatılanlar dışında “çıyrık, ciğer, culuk ya da kaz besleme, değirmencilik, dede (yaşlı koca),dünürcü,  kalaycı, ördek avı, sarımsak, tavuk, üzümcü  gibi daha pek çok  köy seyirlik oyunu vardır.

 

*********************************************************

         Bu arada iki oyundan daha söz etmek gerekir. Bunlar “kabakçı” ve “yüzük(fincan) oyunu”dur. Bu oyunlar, köy seyirlik oyunundan çok çocuk oyunlarına benzemektedir. Bu nedenle ayrı olarak ele alınmıştır. Bu oyunlar da şöyle oynanır:

 

        KABAK OYUNU

        Oyun için belli oyuncu sayısı yoktur. Ancak oyuncu sayısı ne kadar artarsa oyun zorlaşır ve daha eğlenceli olur. Oyun genellikle yetişkinlerce oynanır. Oyuna katılan herkese bir numara verilir. Aralarından biri ebe seçilir.

        Ebe oyunu başlatarak ilk soruyu sorar:

        ─ Olsun, olsun, olsun… Kim olsun ? Beş kabak olsun.

        Bunun üzerine sözü beş numaralı kabak alır:

        ─ Beş kabak olmaz?

        Ebe:

        ─ Ya kaç kabak olur?

        Beş numaralı kabak:

        ─ Sekiz ( ya da istediği bir sayı) kabak olur.

        Sözü bu kez de sekiz numaralı kabak alır:

        ─ Sekiz kabak olmaz.

        Beş numaralı kabak:

        ─ Ya kaç kabak olur?

        Oyun böylece sürer. Oyunu daha zorlaştırmak için soru ve yanıtlar hızlandırılır. Oyun sırasında şaşıran ya da sırası gelmesine karşın geciken oyun dışı kalır. Oyuncular başta aralarında anlaşarak şaşıran ya da gecikeni oyun dışarda bırakmak yerine eline kemerle vurarak cezalandırabilirler.

        Oyuna renk katmak için başa kabak biçiminde şapka giyildiği de olur.

        Oyunla ilgili bir video:

 

     

        YÜZÜK (FİNCAN) OYUNU

        Uzun kış gecelerinde, düğünlerde ve özel günlerde köylerde insanlar bir araya gelip yüzük oynarlar. Bu oyuna “yüzük oyunu” ya da fincanla oynandığı için “fincan oyunu” denir. Oyun 9 fincanla oynanır.

En az beşer kişilik iki takım olur. Her takımın bir başı bulunur. Yüzük saklayacak takım yazı tura ile saptanır. Takımdan biri, diğer takım görmeyecek biçimde bir tepsi içinde 9 fincandan birisinin altına yüzüğü saklar. Tepsiyi ortaya getirir ve rakip takımdan bunu bulmasını ister. Bulacak taraf, “Yüzük şu fincanda.” diyerek fincanları duygu ve deneyimlerine dayanarak kaldırır.

        Saklayanın bakışı, duruşu, jest ve mimikleri yüzüğü bulmada çok önemlidir. Yüzüğü saklayan kişi acemiyse bakışlarından yüzüğün hangi fincanın altında olduğu anlaşılır. Bu kez yüzüğü bulan taraf saklar. Oyun geç zamanlara kadar sürer.

        Yüzük bulacak taraf, en fazla iki fincanı “Şunda.” diyerek kaldırabilir. Fazla kaldırma hakkı yoktur. Yok, diye kaldırdığı fincanda yüzük çıkarsa kaybetmiş, öbür taraf sayı kazanmış olur. 20 sayı alan takım son fincanı saklar. Oyunun en heyecanlı bölümü burasıdır. Karşı takım, “Yarıya.” der ve yüzüğü bulursa saklayan takımın sayısı yarıya düşer. “Cura” deyip yüzüğü bulamaz ve boş fincanı kaldırırlarsa, diğer takım 21 sayıyla oyunu kazanır. Yitiren taraf da hindi keserek, meyve alarak kazanan tarafa ziyafet verir ya da  ona çeşitli biçimlerde eziyet eder. Uzun ve eğlenceli fincan oyunu böylece biter.

        Bazı yüzük oyunlarının sabaha kadar sürdüğü de olur.

        Oyun sırasında birçok mâni ve türkü söylenir.

        Oyunla ilgili bir video:

 

Giyim Kuşam

       

        GELENEKSEL YOZGAT GİYSİLERİ

 

yozgatkizyozgaterkek

        Geleneksel Türk giyim kuşamında görülen benzerlikler Yozgat’ta da görülmektedir.

        Kadınlar, cumhuriyetten önce kentte genellikle “bürük” denilen Merzifon dokumasından yapılmış uçkurlu çarşafa sarınırlardı. Köylü kadınlar, başlarına fes giyerler ve başörtüsü sararlardı. Üç etek ve salta giyerlerdi. Düğün, nişan gibi törenlerde üç etek, bindallı gibi giysiler giyilirdi.

        Erkekler, üslerine ceket, altlarına da potur (zıpka) ya da şalvar giyerler; bellerine de kuşak sararlardı. Ayaklarında çarık, ökçesiz yemeni ya da mıhlı kundura olurdu. Çoraplar, yünden yapılır ve çeşitli desenlerle süslenirdi.

        Şimdi de Yozgat’ın bazı köylerinde günlük yöresel giysiler kullanılmaktadır.
Giysilerde kadife, atlas, kutnu, Selimiye cinsi dokuma kumaşlar yeğlenmiştir. Bunların çoğunluğu ipek iplikle dokunmuştur. Atlas kumaşlarda koyu pembe, kırmızı, nar çiçeği, mor en sık kullanılan renklerdir. Kadifede ise bordo, kırmızı ve mor renklerin yeğlendiği görülmektedir.

        Giysilerde işleme tekniği olarak Türk sanatında zengin örnekler veren “dival işi” ve “sim sarma” teknikleri kullanılmıştır.

        Şimdi kadın ve erkek giysilerini alt başlıklar altında açıklayarak verelim:

 

        GELENEKSEL KADIN GİYSİLERİ

        1. Fes: Genelde kırmızı renkli, ön kısmı altın paralar, işlemeler ve boncuklarla süslü bir başlıktır. Fesin püskülü bele kadar iner. Ön kısmı işlemeler, boncuklarla süslenir. Üst kısmına da altın (ya da altın görünümlü) paralar takılır. (Bazı köylerde feslerin önünün ay ve yıldızla süslendiği de görülür.) Fesin üstü çevre (kıvrak, yazma) ile örtülür.   

Kadın fesi 1 Kadın fesi 2

 

        2. Çevre: Kenarları kıvrılmış, oya ya da işlemelerle süslenmiş mendil, başörtüsü vb. olarak kullanılan dört köşe tülbenttir. “Kıvrak” ve “yazma” olarak da bilinir. Genellikle kadifeden dikilir. Uzun bir cepkeni andıran giysinin etek kısmı üç parçadan oluşur. İçine yörelere göre farklılık gösteren göynekler giyilir. Eteğin öndeki kısımları bele bağlanır. Üzerine de kuşak takılır.                

çevre 1 Çevre 2 Çevre 3

 

 

        3. Üç Etek

        Genellikle kadifeden dikilir. Uzun bir cepkeni andıran giysinin etek kısmı üç parçadan oluşur. İçine yörelere göre farklılık gösteren göynekler giyilir. Eteğin öndeki kısımları bele bağlanır. Üzerine de kuşak takılır.

Üç etek, Yozgat folklor ekibinin de vazgeçilmez giysisidir.

Üç etek 2 Üç Etek

       

       4. Bindallı: Kadife ve atlas kumaşlar üzerine  sırma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek işlenmiş süslü bir giysidir. Nişan ve düğünlerde giyilen bu giysi; mor, kırmızı, nar çiçeği gibi göz alıcı renklerdedir. Tek parçalı ve belden kesiksizdir. Bindallı ile üç etek arasındaki en önemli fark bindallının tek parçalı oluşudur. Ancak bazı yörelerde üç etek ile bindallının özellikleri birleştirilerek üç etek bindallı adıyla anılmaktadır.

Bindallı 2 Bindallı 1 Bindallı 555

       

        5. Entari:  Üç eteğin içine giyilir. Yaka ağızları ve kollar kanaviçe denilen işlemeyle süslenir. İşlemelerde kök boya ile boyanmış ipler ve canlı renkler kullanılır.

Entari

       

         6. Cepken: Kolları yırtmaçlı ve uzun, harçla işlenmiş bir tür kısa, yakasız üst giysisidir.   Üç eteğin üstüne giyilir. “Salta” ve “libade” olarak da adlandırılır. Genellikle mor ve bordo renkli kadife ya da çuhadan yapılır. Boyu belin altına gelecek biçimde ve önü açıktır. Üstü çeşitli işlemelerle kaplıdır.

Cepken asıl 2 Cepken asılKadın cepken 1    

       

        7. Şalvar: “Zıvga” olarak da bilinen şalvar, üç etek ve cepken altına giyilen olmak üzere iki çeşittir. Cepken altına giyilen şalvar, cepkenle aynı kumaştan olur. Cepkendeki işlemeler şalvarda da bulunur. Üç etek altına giyilen şalvar, tek renk olabileceği gibi işlemeli de olabilir. Şalvarın bel kısmında bir iple bağlanabilmesi için iki parmak kalınlığında bel kuşağı (uçkurluk) vardır.

Şalvar 1 Şalvar 2

       

        8. Bel kuşağı: “Uçkurluk” olarak da bilinir. Bele sarılır. Uçlarında bağlamaya yarayan bağcıklar bulunur. Bel kuşağının ucuna takılan, boncuk ve püsküllerle süslü ince bir parça bulunur. Buna da “bel boncuğu” denir.

Uçkur yeni 1 Uçkur yeni 2 Uçkur yeni 3

      

        9. Peşkir : Kuşağın üzerine tutturularak cep görevini gören bir önlüktür. “Yağlık“ olarak da adlandırılır. Üstü işlemelerle süslüdür. Yörede pamuk ipliğinden dokunmuş ince havluya da “peşkir” denmektedir.

Yozgat peşkir

     

        10. İçlik (göynek): İçe giyilen çamaşır, iç gömleği.

4_on7_on

     

      11. Paçalı, işlemeli don: Bir iç giysisidir. Ketenden (bürümcükten) yapılır. Bacağa giyilir.

      12. Ellik (eldiven): Yünden örülmüş ve çeşitli motiflerle süslenmiştir. Halen yaygın biçimde kullanılmaktadır.

Eldiven 3 Eldiven 2

       

        13. Çorap: Beyaz ya da renkli yünlerden yapılmış işlemeli ayak giyeceğidir.

Çorap 1 Çorap 2 Çorap 3

 

        14. Çarık: Ayağa giyilen dana derisinden yapılmış ayakkabılardır.

Çarık 3 Çarık 1 Çarık 2

        Günümüzde geleneksel kadın giysilerinin bir bölümü (entari, şalvar, çevre, yün çorap gibi) hâlâ giyilmektedir. Ancak günün değişen koşullarıyla geleneksel kadın giyimi eski gücünü yitirmiştir. Günümüzde özellikle kent merkezinde ve ilçelerde boydan giysi, etek, ceket, pantolon gibi giysiler çokça giyilmektedir. Geleneksel giyim ise folklor ekiplerince yaşatılmaktadır.

 

**********************************************

 

        Yeri gelmişken Yozgatlı kadınların giysi dışında kullandıkları birtakım gereçlerden de söz etmekte yarar var: Bunlar; kemer, mendil, çanta, bohça, heybe, yastık, yorgan, perde, yatak takımı, kilim, halı gibi gereçler ve iğne,yüzük, bilezik, beşibirlik, kremse gibi takılardır. Kemer, mendil, çanta ve takılar giyimin tamamlayıcı ögeleridir.

 

Heybe 1Heybe asılYastıkİşlemeli kese 1

        Burada işleme sanatına özel bir yer ayırmak gerekir. Çünkü işleme, kadın giysilerinin ve kadınlara özgü gereçlerin vazgeçilmez süsleme yöntemidir. El emeği, göz nuru işlemeler, çeyiz geleneği sayesinde özenle korunup saklanmış; hatta kuşaktan kuşağa aktarılması sağlanmıştır. Bunlar, estetik görünümü yanı sıra Türk kadınının ince zevkini yansıtan birer sanat yapıtıdır.

Kadınlarımız giysilerini ve kendine yararlı olacak birçok eşyayı (çevre, peşkir, uçkur, göynek, bohça, yastık, perde, yorgan vb.) doğadan esinlenerek birtakım bitkisel motiflerle süslemişlerdir. Renk, desen, biçim ve uyum özellikleri üst düzey olan bu işlemeler görülmeye değerdir.

??????????????????????? İ İşleme 6

 

        GELENEKSEL ERKEK GİYSİLERİ  

Geleneksel erkek giysileri de kadın giysileri gibi eskiden şu parçalardan oluşur:
        1. Fes: Başa giyilen fes genellikle bordro renklidir. Keçeden yapılmış olup tepe ortasından aşağıya doğru kısa püsküllüdür.

Fes 2 Erkek fesi

 

        2. Poşu: Kenarları saçaklı ipek, pamuk, yün ve benzerlerinden yapılmış bir tür baş örtüsüdür. Fesin üzerine kırmızı, sarı, yeşil, mor yollu ipek kare şeklinde katlanarak bir ucu sağ kulağın arkasından sola doğru sarılır. Diğer uç solda poşunun altına sıkıştırılır. Zenginler ise fesin üzerine “Hint Ebanisi” denilen ipek örtüyü sarık gibi başa sararlar.

Poşu 1 Poşu 2

       

        3. Cepken: Kilim tezgâhlarında dokunan kaba kumaşlardan dikilir. Önü tamamen açıktır. Kolları uzundur. İlik ve düğme bulunmaz. Kol ağızları yırtmaçlı ve işlemelidir.

Erkek Cepken

         

        4. Potur: Arka tarafında kırmaları olan, paça kısımları aşağı doğru daralan bir tür pantolondur. “Şalvar” ve “zıvga” olarak da adlandırılır. Genel olarak keçeli kalın kumaştan dikilir. Poturun paça kısımları aşağı doğru daralır, kalça kısmı toplu bir biçimde genişçe dikilir.

Potor için

        5. Uçkurluk (bel kuşağı): El tezgâhlarında renkli ve düz olmak üzere iki biçimde dokunmuş 15-20 cm eninde bir kuşaktır. arasında değişen uzun kuşaktır. Poturun bel kısmına bir iple bağlanır.

Bel kuşağı erkek yozgaterkek

 

        6. Yağlık: Bel kuşağına tutturularak yana bağlanan mendil.

        7. Ellik (eldiven): Yünden dokunmuş, işlemeli el giyeceğidir.

        8. Çorap: Şişle örülen yün çoraplardır.

Erkek çorap 1 erkek çorap 2

        

        9. Çarık: Tabaklanmış deriden yapılır. Üst kısmı deri ya da iple büzülerek ayakta kalıplanarak giyilir.

Erkek çarık 1

     

        10. Ayakkabı: Zenginlerden bazıları “livanlı” denilen kundurayı, bazıları da “yemeni” denilen özel biçimde hazırlanmış ayakkabıyı giyerler. Genelde erkek ayakkabılarının ucu sivri, yüzü bileğe kadar kapalı, yanları lastikli, çevresi ve önü kıvrımlı şekil ve dikişlerle süslü, yüksek topukludur. Rengi de siyahtır.

Bu arada günümüzde özellikle köylerde hâlâ giyilen “mest”ten de söz etmek gerekir. Mest, ev içinde giyilen, üzerine mesh edilen, kısa konçlu, hafif ve yumuşak bir ayakkabı türüdür. Dışarı çıkılırken mest lastiği denilen bir lastik ayakkabıyla birlikte giyilir.

mest 2 Mes lastiği

        Günümüzde geleneksel erkek giysilerinin bir bölümü (şalvar,poşu, yün çorap gibi) köylerde hâlâ giyilmektedir. Ancak sözü edilen erkek giyimi günün koşullarına ayak uydurarak değişmiştir. Günümüzde özellikle kent merkezinde, ilçelerde ve çoğu köylerde pantolon, ceket, gömlek ağırlıklı bir giyim görülmektedir. Geleneksel erkek giysileri, bugün folklor ekibi oyuncularına giydirilerek yaşatılmaya çalışılmaktadır.

 

Öykülü Türküler

        Ülkemizin hemen her yöresinde olduğu gibi Yozgat türkülerinden bazılarının da ilginç öyküleri vardır. Bu türküleri ve öykülerini bu sayfada bulabilirsiniz. Öykülü türkülerden videosu olanlar da burada sunulmuştur.

        Yozgat türküleri içerisinde “Yozgat Sürmelisi” olarak da bilinen “Dersini Almış da Ediyor Ezber” kuşkusuz en tanınmış olanıdır. O nedenle ilk olarak bu türküyü, öyküsünü ve videosunu sunmak mantıklı olacaktır..

 

        DERSİNİ ALMIŞ DA EDİYOR EZBER

Dersini almış da ediyor ezber,
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler,
Aman aman ben yarelendim aman!

Bu dert beni iflah etmez del’eyler,
Benim dert çekmeye dermanım mı var?
Aman aman sürmelim aman!

 

Kaşın çeğmelenmiş kirpik üstüne,
Havada bulutun ağdığı gibi,
Aman aman ben yarelendim aman!

Çiy düşmüş de gül sineler ıslanmış,

Yağmurun güllere yağdığı gibi.
Aman aman sürmelim aman!

 

Yozgat’ı sel almış, Soğluk’u duman,
Sıtkınan severim billahi inan,
Aman aman ben yarelendim aman!

Ölünce mezara girdiğim zaman,
Ben susayım, kemiklerim söylesin.
Aman aman sürmelim aman!

 

        Öyküsü

        Bozok yaylasında Sürmeli Bey adında bir Türkmen yörüğü sürü otlatırdı. Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı, sırtında sazı, Yozgat’tan Akdağmadeni’ne uzanan ormanların içinde sürüsünün içinde dolaşırdı. Bazen bir çamın dibine yaslanıp sazının tellerini konuşturur, bazen bir derenin kenarında kavalını çalar, âşık olduğu gönlünün sevgilisini düşünürdü .O sevgili ki güzelliği Bozok Yaylası’na yayılmış; ahu gözlü, sürmeli kaşlı, ay yüzlü bir dilberdi. Babası bir Türkmen beyi idi ve çok sert bir adamdı.

        Sürmeli Bey, ailesini salarak babasından sevdiğini istetir.  Ancak mağrur adam, kızını bir çobana vermeye yanaşmaz. Araya beyler, ağalar girer; ama boşuna. Bir türlü gönlü olmaz kızın babasının ve iki sevgili birleşemezler.

        Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey, alır sazını eline Beşçamlar mevkiinde kendine bir dergâh kurar. Aşkını, yanık türküleriyle dağlara ağaçlara anlatır. Küser otağına, obasına. Akdağlar’a kadar uzanan çamların arkasında onu bir daha gören olmaz. Dertli kavalına üflediği, işli sazına söylettiği nameler kalır geriye. O gün bu gündür dillerde yankılanır Sürmeli Bey’in türküleri.

 

        Türkünün öyküsünün sesli anlatımı

         

        AĞ GELİN DE İNDİ M’OLA YAYLADAN (*)

Ağ gelin de indi m’ola yayladan?

Kaşın değil, gözün beni ağladan,

Bu güzellik sana kadir Mevla’dan,

Alırım ahdımı, koymam kız sende.

 

Ağ Gelin oturmuş, daşın üstüne,

Daramış zülfünü kaşın üstüne,

Bir selamın gelmiş, başım üstüne,

Alırım (ölürüm) ahdımı, koymam kız sende.

 

Yüce dağ başında yayılır yılan,
Göç etmiş aylesi, evleri viran,
Var mı bu dünyada dengini bulan_
Alırım ahdımı, koymam kız sende

 

        1. Ağ Gelin’in bağlı olduğu Türkmen obası Erciyes’e yaylaya çıkar. Ağ Gelin’in eşi gurbete çalışmaya gitmiş. Obada bir eşkıya korkusu var. Bir gece Ağ Gelin eşkıya korkusundan, iki yavrusunun elinden tutup Erciyes’in yücesine doğru kaçar. Eşkıya peşindedir. Bir yere gelir. Önü uçurum, ardında eşkıya. Çaresizdir.”Allah’ım! Beni ya taş et, ya kuş…” der. Taş olur. Gurbetten gelen eşi olanları öğrenir. “Ağ Gelin de indi m’ola yayladan” diye başlar ağıda.        Türkünün birkaç öyküsü var. Sırasıyla sunalım:

        2. Ağ Gelin, Yozgat yöresinde güzelliği dillere destan bir genç kızdır. Başka köyden bir delikanlıyla nişanlanır. Kendi köyünden Ağ Gelin’e göz koyan biri vardır. Bu kişi ve adamları, düğün günü gelin alayını Nohutlu Tepesinin ardında Cehrilik’te sıkıştırırlar. Ağ Gelin’le damat el açıp Allah’a yakarırlar:

        “Ya Rab! Bizi ya taş ya kuş et!” Gelin taş olur, damat da bir ak güvercin. Düğün alayındakiler de taş kesilirler. Bu olaydan sonra yörenin adı Gelin Kayası (Gelin Taşı) olur. Her yıl mayıs ayında ak güvercinler gelir Gelin Kayası’na. Yozgatlı avcılar bu güvercinleri kutsal bilip avlamazlar

        3. Ağ Gelin Sarıkaya’nın Hisarbey köyünden olup aynı köyden İdris adlı bir gençle evlenir. Ağ Gelin güzel bir kadındır. Ancak çocuğu olmamaktadır. İdris ile mutlu olamaz ve 1920’li yıllarda ondan ayrılır. Kardeşleri, Ağ Gelin’i Çayıralan’ın Aldemir köyünden Muhsin Ağa’ya verirler. Ağ Gelin’in Muhsin Ağa’dan da çocuğu olmaz.

        Birkaç yıl sonra Muhsin Ağa ölür. Ağ Gelin yine dul kalır. Kısa bir süre Aldemir’de bekler. Sonra Yerköy’e gelin gider. Gelin gittikten sonra durumuna çok üzülen komşusu Kel Keziban, “Ağ Gelin de İndi m’ola Yayladan” türküsünü yakar.

 

        (*) Yaptığım araştırmalarda “Ağ Gelin de İndi m’ola Yayladan” türküsünün çok farklı biçimlerde söylendiğine tanık oldum. TRT arşivlerinde de türküyle ilgili bir bilgi bulamadım. 11’li hece ölçüsüne sahip bu türkünün sözlerinde hece sayısı uyumsuzluklarına da rastladım. Bu da gösteriyor ki türkü dilden dile dolaşır ve söylenirken birtakım eklemeler yapılmış.Kimi bilinçsizce yapılan bu eklemeler türkünün dokusunu bozmuş. İnternetteki ilgili sitelerde, türkünün İbrahim Efendi kaynak gösterilerek verilen biçimi yaygın. Onda da kimi yerde 4. dize sonları “… kız sende”, kimi zaman da …”Ağ Gelin” diye bitiyor. Sözün kısası, türkünün özgün biçiminin hangisi olduğu belli değil. Ben yukarıda türkünün Celal Günel tarafından İbrahim Efendi kaynak gösterilerek derlenen biçimini verdim.

 

        Kaynak: Yozgat Türküleri 1, Habib Coşkunsoy, Erdem İlkaz, Savaş Akbıyık, Kültür Ajans, Ankara, 2012.

 

 

         AYNALI KÖRÜK

Oğlanın adı Ömer,
Belimi sıktı kemer,
Benim ince belime,
Yakışır gümüş kemer.

 

Aynalı körük olmazsa,
Ben gelin gitmem.
Ud-kemani çalmazsa,
Aynalı körüğe de binmem.

 

Gel dağları aşalım,
Hilalde buluşalım,
Girelim biz kol kola,
Çamlıkta dolaşalım.

 

Aynalı körük olmazsa,
Ben gelin gitmem.
Ud-kemani çalmazsa,
Aynalı körüğe de binmem.

 

         Öyküsü

        Sultan ile Ömer’in nişanı yapılır. Fakat herkese hava atmayı seven Sultan, düğün için öyle şartlar koşar ki Ömer bunların altından kalkabilmek için türlü planlar yapmak zorunda kalır. Sultan, arkadaşı Felihan’a nispet yapmak için nişanlısı Ömer’den olmayacak şeyler istemeye başlar. Ömer yoksul olduğundan Sultan’ın isteklerini yerine getiremez ve durumu dedesine açar. Ömer ve dedesi, Sultan’a istekleri konusunda yalan söylemeye karar verirler. Sultana isteklerini yerine getireceklerini söylerler ve düğün günü gelir çatar. Fakat düğün günü Sultan, isteklerinin yerine gelmediğini görünce kıyameti koparır ve düğün alayı dağılır.

 

        Türkünün öyküsünün oyunlaştırılmış biçimi

 

 

        BURÇAK TARLASI

Sabahınan kalktım, sütü pişirdim,

Sütün kaymağını yâr yâr yere taşırdım,

Kaynanamdan korktum, aklım şaşırdım.

 

Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması,

Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması.

Eğdirme fesini yavrum, kalkar giderim,

Evini başına yandım yıkar da giderim.

 

Sabahınan kalktım ezan da sesi var,

Ezan sesi değil de yâr yâr, burçak yası var,

Sorun şu deyusa yâr yâr , kaç tarlası var?

 

Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması,

Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması.

Eğdirme fesini yavrum, kalkar giderim,

Evini başına yandım yıkar da giderim.

 

Elimi salladım, değdi dikene,

İlahi kaynana ömrün tükene,

İntizar ederim burçak ekene.

 

Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması,

Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması.

Eğdirme fesini yavrum, kalkar giderim,

Evini başına yandım yıkar da giderim.

 

Elimin kınasın ezdirmediler,

Gözümün sürmesin süzdürmediler,

Burçak tarlasında gezdirmediler.

 

Aman da kızlar ne zor imiş burçak yolması,

Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması.

Eğdirme fesini yavrum, kalkar giderim,

Evini başına yandım yıkar da giderim.

 

        Öyküsü

        Yozgat’ın köylerinden birinden bir genç askere çağrılır ve İstanbul’a sevk edilir. Yozgatlı genç, yakışıklı bir Anadolu çocuğudur. İstanbul’da hafta iznini geçirdiği sıralarda genç bir kızla karşılaşır . Niksarlı olan bu kızın kendisine ilgi duyduğunu fark eder ve onunla tanışır.

        Gel zaman, git zaman genç, kızın hem kendisini sevdiğini hem de ailesinin zengin olduğunu anlar. Konuşmalar ilerledikçe kendisinin de zengin olduğunu, çiftliklerinin, sürülerinin, arazilerinin olduğunu alçak gönüllü bir biçimde dile getirir. Kız da zengin bir kocaya varmak istediği ve kent yaşamında yetiştiğinden “çiftlik yaşamı ona bir peri masalı” gibi gelir ve  bu yalanlara çabucak kanar.

        Bir zaman sonra iki gönül birleşir. Kız babasını, oğlan da kentli gelin istemeyen anasını razı eder. Sonunda İstanbul’da düğün yapılır. Düğünden sonra kız, delikanlıyla Yozgat’a doğru yola çıkar. Delikanlı yol boyunca kıza, “Şu kadar tarlam var. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacaksın.” gibisinden yalanlarını sürdürür. Kız zengin ümitler ve yaldızlı hayaller içindedir. Uzun bir yolculuktan sonra Yozgat’a, oradan da köye varırlar. Ancak zengin kız; duvarı tezekli, iki gözlü, toprak bir evin karanlık odasına gelince gerçeğin sert ve acımasız yüzüyle karşılaşır. Ama gönül vermiştir delikanlıya ve onu sevmiştir. Evliliğine karşı çıkan babasına karşı çıkmış ve oğlanla evlenmiştir. Geri dönmek olmaz.

        Nihayet ertesi gün olur. Genç kız uyurken kaynanası gelir ve onu uyandırır. Kız şaşkındır. Daha hava aydınlanmamışken kaynanasının kendisini uyandırıp, “Hadi tarlaya!..” demesi ona garip gelmiştir. Şaşkınlığını attıktan sonra diğer bir acı gerçeği anlar. Köylerde evin tüm bireyleri çalışmaktadır. Kadınlar tarlada ot biçmeye, erkekler çift sürmeye, çocuklar da davar gütmeye gitmektedirler. Çaresiz kaderine boyun eğer ve burçak tarlasına gitmeye başlar. Artık önünde yeni bir yaşam vardır genç gelinin… Bu yaşamı sözlere döker. Sonra bu sözler türkü olup dilden dile dolaşır, halk oyunlarına konu olur.

 

 

        CELALOĞLAN (AŞAĞIDAN GUŞ GELİYO) *

Aşağıdan guş geliyor,
Sesi bana hoş geliyor.
Celal’i götüren motor,
Geri dönmüş, boş geliyor.

 

Celal oy oy, eşim oy oy,
Kesillecce başım oy oy!


Evimizin önü yonca yonca,
Gahmış dam boyunca.
Bu yoncayı kim biçecek?
Celaloğlan olmayınca.

 

Celal oy oy, eşim oy oy,
Kesillecce
başım oy oy!

 

        Öyküsü

        (Celaloğlanın hangi köyden olduğu bilinmemektedir.) Celal asker dönüşü aynı köyden Elif adlı bir kızla nişanlanır. Kızın babası başlık parasını çok ister. Celaloğlan üç yıl gurbete gider. Başlık parasını tamamlayıp köyüne döner ve düğün bayrağını kaldırır. Ancak Elif’te başkalarının da gözü vardır. Fakat Elif, Celaloğlanı sevmektedir. Elifin çeyizi yazılırken Celaloğlan düşmanları tarafından vurularak öldürülür. Alı yeşili ortada kalan Elif, elinde kınası ve başında duvağısıyla başlar Celaloğlan türküsünü söylemeye.

        Elif, Celaloğlanın sevgisine hürmeten ömrünün sonuna kadar bir daha evlenmez.

 

        * Araştırmalarımda “Celaloğlan” adını taşıyan  birkaç türkü buldum. Ancak Yozgat yöresine ilişkin olan “Celaloğlan (Aşağıdan Guş Geliyo)” türküsünün ezgili söylenişine rastlayamadım.

 

 

        ÇAMLIĞIN BAŞINDA TÜTER BİR TÜTÜN

        (ZİYA TÜRKÜSÜ)

Çamlığın başında tüter bir tütün,
Acı çekmeyenin yüreği bütün,
Ziyamın atını pazara tutun,
Gelen geçen Ziyam ölmüş desinler.

 

At üstünde kuşlar gibi dönen yâr,
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.

 

Benim yârim yaylalarda oturur,
Ellerini soğuk suya batırır,
Çok muhabbet tez ayrılık getirir.

 

At üstünde kuşlar gibi dönen yâr.
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.

 

Uzun olur gemilerin direği,
Yanık olur anaların yüreği,
Ne sen gelin oldun ne ben güveyi.

 

At üstünde kuşlar gibi dönen yâr.
Kendi gidip ahbapları kalan yâr.

 

        Öyküsü

        Ziya yakışıklı bir delikanlıdır. Yozgat’ın Karacalar Köyü’ndendir. Aynı köyden Fikriye adlı kızı sever ve onula nişanlanır. Fikriye’nin babası Karacalar Köyü  imamı Ali Hocadır. Ali Hoca Kızıltepe Köyü’ne imam olur. Ziya sık sık nişanlısını görmeye at sırtında gider. İki taraf da birbirini oldukça sevmektedir. Ziya, bir gün ekin sularken üşütür ve karın ağrısı şikâyetiyle doktora  gider; ama derdine çare bulamaz, bir hafta içinde ölür.

        Bir başka söylentiye göre; Ziya Bey yakışıklı, at düşkünü, çok iyi atan binen, iyi cirit oynayan bir yiğittir.  İki köy arasında oynanan ciritte attan düşüp ölür. Fikriye, nişanlısının ani ölümü karşısında duyduğu acıyı ve kederi şiire döker, böylece Ziya Türküsü ortaya çıkar.  Ağıtın tamamı 30 kıtadır.

        Ziya türküsü, Yozgat’ta çok sevilen ve söylenen bir türküdür.

 

 

        HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI

Hastane önünde incir ağacı (anem ağacı),
Doktor bulamadı bana ilacı (anem ilacı),
Baştabip geliyor zehirden acı (anem vay acı).

 

Garip kaldım yüreğime dert oldu (anem dert oldu),
Ellerin vatanı bana yurt oldu (anem yurt oldu).

 

Mezarımı kazın bayıra düze (anem vay düze,)
Yönünü çevirin sıladan yüze (anem vay yüze),
Benden selam söylen sevdiğimize (sevdiğimize).

 

Başını koysun karalar bağlasın (anem bağlasın),
Gurbet elde kaldım diye ağlasın (anem ağlasın).

 

        Öyküsü

        Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç  askerde vereme yakalanır.  Hava değişimi olarak Yozgat Akdağmadeni’ne gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç, tedavi için İstanbul’da hastaneye yatar. Pencereden gördüğü incir ağacından aldığı esinle aşağıdaki türküyü söyler. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür.

 

        Türkünün öyküsünün sesli anlatımı

Türkünün öyküsünün oyunlaştırılmış biçimi

 

        KARACABEY TÜRKÜSÜ

Nasip olup Kaynatan’dan aşmadım.

Ak konağa martinimi asmadım,

Ben mevladan umudumu kesmedim,

Eli kelepçeli durur Karaca.

 

Ankara’dan çıktım sabah çağında,

Candarmalar durur iki yanımda,

Arzumanım kaldı Lök’ün dağında,

Eli kelepçeli durur Karaca.

 

Bana tuzak kurdu Saraylı Fayık,

Fayık Kadı’nın fetvası bana mı layık ?

Ahbaplarım durmuş bakıyor bayık,

Eli kelepçeli durur Karaca.

 

Ufak yaşım ben dünyama doymadım,

Kuşağıma yetim malı koymadım,

Katil İlyas gibi posta soymadım,

Eli kelepçeli durur Karaca.

                                     Hasan Karaca

 

        Öyküsü

        Karacabey Türküsü’nün öyküsü için iki açıklama vardır. Bunlar aşağıda verilmiştir:

 

        Baki Yaşa Altınok’un anlatımı:* 

        Birinci Yozgat ayaklanmasından bir süre sonra yeni bir ayaklanma gerçekleşmiştir. Ayaklanmacılara karşı Ankara Hükûmeti’nin yanında yer alan Kırşehir’e bağlı Çiçekdağı (Mecidiye) ilçesi ileri gelenlerinin ve halkı, ayaklanmanın bastırılmasında büyük yararlıklar göstermiştir. Bunlardan birisi de Yozgat’ın Lök köyünden asıl adı Hasan olan Karaca’dır. Karaoğlan da denilen Karaca, Millî Mücadele’ye katılmış, Yozgat ayaklanmasının bastırılmasında hükûmet kuvvetlerine önemli katkılarda bulunmuştur. Karaca, bir müddet sonra eşkıyalığa başlamış, Çiçekdağı yöresinde haraç almıştır. Kendisinin yeğeni olan saray beylerinden Faik Bey’in af vaadiyle yakalanıp götürülmüş, Kayseri’de idam edilmiştir.

        Kaynak: Cemal Bardakçı, Anadolu İsyanları, Berikan, Ankara 2001, s. 126,127; Bayram Sakallı, Ankara ve Çevresinde Milli Faaliyetler, Kültür Bak. Ank. 1998, s. 30; Gn. Kenan Esengin, Millî Mücadele’de Ayaklanmalar, Kamer Yay. İst. 1998, s. 173; Avşar Cihan, Kırşehir ve İlçeleri, s.40; Kırşehir Destanları, 17. Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Orta Anadolu Ağızlarından Derlemeler, Atatürk K. D. ve T. Y. K. Türk Dil K. Yay. Ank. 1995, s. 175; Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları – Baki Yaşa Altınok, Oba Yayıncılık, Mayıs – 2003, Ankara, s.265-266-267.

       Baki Yaşa Altınok’un anlatımı kısaltılarak olayın özü aktarılmıştır.

 

        Sayın M. Kemal Karabacak’ın anlatımı:

        Karacabey (Abdullah Şevket) ve Karabacak sülalesi, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa soyundan gelmektedir. Damat İbrahim Paşa’nın iki nesil sonrası torunlarından Çuhadar Süleyman Ağa’nın Yozgat merkeze gelmesiyle ve Çapanoğlu ailesinden izin alarak yerleşmesiyle aile Yozgat’ı mekân seçmiştir. Daha sonra Süleyman Ağa ile Çapanoğulları arasında çıkan bir sürtüşmeden dolayı aile Yozgat’ın güneyine, Lök köyü denilen yere yerleşmiş olup kökenleri hâlâ buradadır.

        Karacabey 1311 (1894) doğumludur, tahminen 1921 yılında idam edilmiştir. Bu olay muhtelif anlatılsa da en doğrusu savaş yıllarında cephenin terk edilmesi olayına dayanır. Kendisi Mustafa Kemal’in ordusunda subaydır. Birçok kahramanlığı vardır. Ama bir gün özel (gizli) bir görevdeyken (Yozgat ve civarında bir görev) maiyetinin firar etmesi nedeniyle kendisi suçlanmıştır. Ordudan ayrılarak bir müddet Yozgat ve civarında saklanmıştır. Akrabası Yozgat Sarayköylü Faik Bey’in (Erbaş) telkinleriyle (veya ihbarıyla) teslim olmuş, ancak askeri mahkemede yargılanarak idama mahkum olmuş, daha sonra suçsuzluğu anlaşılarak affa uğrasa da af tezkeresinin geç gelmesiyle maalesef idam edilmiştir.

 

        KARA KOYUN

        Kara koyun da kara koyun. Kanlı canlı, atik. Ama kindar. Çobana kin tutmuş bir kez. Derler ki, kara koyun gözünü çobanın kucağında açmış, kuzuluğu çobanın kollarında geçmiş. Onun sevgisiyle şımarmış, onun azarlarıyla üzülmüş. Günlerden bir gün de,çobanı ağasının kızı Gülhanım ile öpüşürken görmüş. Kinlenmiş. Kin o kin. Sürüp gelmiş. Gelmiş de çobanın ölüm kalım gününe dayanmış
Olay çok eski. Yozgat’lılar, “Bizde geçti.”; Çukurovalılar, “Bizde geçti” der. Nevşehir’in Akpınarlıları da kendi yörelerinde geçtiğini söyler olayın. Önemli mi? Önemli olan olayın halkın diline dolanıp ilden ile, dilden dile dolaşıp günümüze dek gelmiş olması. Bir de şu var ki; bu türkü, ötekilerden farklı olarak yalnızca kavalla çalınıp söyleniyor. Ağzı dili kaval oluyor bu türkünün.

        Biz diyelim Ahmet, siz deyin Mehmet. Adı önemli değil. Çoban kendisi. Günlerden bir gün, bir Türkmen obasına gelip iş istemiş. Oba beyi durumuna bakmış; temiz yüzlü, dürüst bir insan. Yanına alıp sürüyü teslim etmiş. Çoban da genç ve  yakışıklı. Boypos yerinde. İşi gücü koyunlar. Sabahın erinde dağ yolunu tutuyor; akşamın geç vaktine kadar şu yamaç senin, bu yamaç benim dolaşıp duruyor. Koyunlarının sağlığıyla seviniyor, onların hastalığıyla üzülüyor. Bir koyunun tırnağına taş batsa uykusu haram oluyor. Sabaha dek kırk kere kalkıp bakıyor, kırk türlü ilaç sürüyor yaraya. İyi olana dek omzunda getirip götürüyor koyunu. Avcunda ot yedirip külahında su içiriyor. Ha! Bir de şu var: Çok iyi kaval çalıyor çoban. Zaman zaman diğer çobanlarla düzenlenen yarışmalarda hep birinci oluyor. Kavalıyla yürütüyor koyunları, kavalıyla durduruyor.
Çoban bu! Kavalı da ortada. Bir de oba beyinin kızı var. Adına Gülhanım derler. Diğer çobanlar bir övgülüyor, bir övgülüyor ki Gülhanım’ı; çobanın içini bir ateş yakıyor. Daha tanımıyor oysa. Görmüşlüğü de yok. Şundan ki, kendisi çok erken alıyor koyunları ağıldan, çok geç dönüyor. El ayak çekilmiş oluyor o zamana dek. Ama gün gün de büyüyor içinde Gülhanım.

        Günlerden bir gün, akşam karanlığı basmadan dönüyor obaya. Yanında diğer çobanlar da var. Ağır ağır sürüyü indiriyorlar ağıla. Tam çeşmenin yanından geçerken bir fısıltı tutuyor çobanları. İşaretle Gülhanım’ı gösteriyorlar. Çoban, başını çevirip bir bakıyor ki ne görsün? Ay parçası gibi bir kız. Kırmızı basma fistan. Uzuna yakın bir boy. Saçları da dizinde. Parlak ela gözler. Başında bir sıra altın dizili. Çoban ufaktan kavala sarılıyor Gülhanım’ı görünce. Bir başlıyor üflemeye ki, Gülhanım sesin geldiği yana başını çevirmeden geçemiyor. Gün o gün; saat o saat! İçinden bir şeyler kaynayıp akıyor ikisinin de. Diyeceksiniz biri ağanın kızı, biri çoban. Ama gönül ferman dinler mi?… Göz görüp gönül sevmeye görsün bir kez.

        Günler günleri, aylar ayları eskitiyor. Oba koşullarında görüşüp gönüllerini hoş ediyorlar. En güzeli de çobanın akşam sürüyü ağıla getirmesi. Kavalıyla her demek istediğini iletiyor Gülhanım’a çoban. Artık öylesine tanıyor çobanın kavalını Gülhanım, çok uzaklardan bile kavalla dediklerini bir bir anlıyor. Diyelim çoban sürüyü tepeden bayıra indiriyor, kavalına da üflüyor bir yandan. Elin diliyle dediklerini, o kavalıyla söylüyor. Aslında söyleyenden çok dinleyende keramet. Dinleyen de öylesine alışmış ki kavalın sesine şıp diye anlıyor dilini.

        Günler böyle geçip gidiyor. Hani çıkıpoba beyine, “Böyleyken böyle. Gülhanım’ı Allah’ın emriyle bana ver” dese güler adam. “Ben ki koskoca Karakeçili Aşireti’nin beyiyim, kızımı çobana verecem. Güler elin adamı be!” demez mi? Der elbette. Devir eski devir. Değer ölçüleri böyle. Zenginin kızı zengine, çobanın kızı çobana. Yani ki, “Bu iki genç birbirine yakışıyor. Parası, malı mülkü de önemli değil.”denmez. Çoban da bunları bildiği için gidemez kızın babasına. Bir gün, beş gün derken günler geçip gider. Gizli gizli bakışırlar. O kadar!

        Bir akşam üstü, çoban, koyunları sağılımdan alıp gece yayılımına çıkarır. Yayılım yeri de çok uzak değildir köye. Bir yandan koyunları yayar, bir yandan veryansın eder kavala. Gülhanım da yatağının içinde bir o yana döner, bir bu yana. Çobanın kavalıyla anlattıklarını dinler. Derken ses kesiliverir birden. Gülhanım daha bir kulak kabartır. Daha dikkatli dinler. Iıh, ses yok! “Herhalde uykuya daldı.” der, keser umudunu yatar yatağa. Ama kulağı yine kaval sesindedir. Çoban derseniz, sürüyü otlağa yayıp yan gelmiştir bir kayanın dibine. Keyfince Gülhanım’a çalıp söylüyordur kavalıyla. Birden karabaş köpeğin havlaması hızlanır. Derken canhıraş sesi duyulur köpeğin. Sonra da hepten susar. Çoban fırlar yerinden. Kavalını bırakıp silaha sarılır. Ama fırsat kalmaz. Dokuz kişi birden sarar çevresini. Elini kolunu bağlayıp koyarlar bir kenara. Sürüyü dehleyip götürmek isterler. Ama bir tek koyun yerinden kıpırdamaz. Meleyip bağırmaya başlarlar. Çoban dayanamaz: “Benim koyunlar alışıktır. Kavalımla onlara yol vermezsem şurdan şuraya gitmezler. Kollarımı çözerseniz kavalımla yola düşürürüm sürüyü.” der. Elini çözerler. Kavalını verirler. Çoban başlar üflemeye. Başlar üflemeye ya, bir yandan koyunları kımıl kımıl kımıldatır; öte yandan durumu Gülhanım’a bildirir. Şöyle der kavalıyla çoban:

 

        Dokuz atlı geldi, sürüyü bastı,

        Kıl bağı çok sıktı, kolumu kesti,

        Kara köpeciğim kanları kustu,

        Sürünüz gidiyor, ulaşın beyler.

 

        Bir de, Kara koyun var sürünün içinde, elinde doğmuş çobanın. Kara koyun yaman koyun. Leb demeden leblebiyi anlıyor. Kaval sesine de bir alışkın ki kara koyun eh!.. Ne demek istediğini anlar çobanın ve de nerde duyarsa duysun, tanır kendi çobanlarının kaval sesini. İşte, suyu içirmemek için bir kavalına, bir de kara koyuna güveniyor çoban.
Ne zaman ki sürü yamaçtan görünmüş, elindeki kavalı ufaktan ufaktan ağzına götürmüş çoban. Başlamış üflemeye. Çoban üflüyor kavalını ve sürüdeki her bir koyuna ayrı ayrı yalvarıyor. Ne dediğini, neler söylediğini koyunlar bir bir anlıyor. Şöyle yalvarıyor çoban koyunlara:

 

        Koyun seni yedi yıldır güderim,

        Sizi kor da nerelere giderim,

        Gülhanım’ı yedi yıldır severim,

        Bildin mi sevdiğimi ala koyunum.

 

        Ben sürümü yaydım yaydım getirdim,

        Keyfi yetti, argacına yatırdım,

        Bacın sağdı, ben sütünü götürdüm,

        Ablanı seveyim ağca koyunum.

 

        Ak taşlara tuzunuzu ekerim,

        Siz yedikçe, melul melul bakarım,

        Ben aşkımla yüreğimi yakarım,

        Gördün mü sevdiğimi kara koyunum?

 

        Çoban bunları dillendiriyor kavalıyla ya, koyunlar üç gündür tuz yalamış. Bir tek damla su içmeden; tam üç gün, üç gece tuz yalamış koyunlar. Yürekleri yanıyor. Bir de güneş var ki tepede, fırın gibi ortalık. Yürek yanığı bir yandan, güneş bir yandan. Çay da bir akıyor ki şırıl şırıl. Çoban yine kara koyuna dil eder kavalını:

 

        Kara koyun sana tuzlar yalattım,

        Yalattım da ciğerciğim doğrattım,

        İşte seni su başına ilettim,

        İçme koyun içme, haydi dön geri,

 

        Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.

        Tanla gelir sarı çanın avazı,

        Kimi allar giymiş, kimi kırmızı,

        Dönüp kılsam ben bir sabah namazı.

 

        İçme koyun içme, haydi dön geri,

        Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.

        Eğilip içenler onup yetmesin,

        Yedip güden çoban gayri gütmesin,

 

        Yaydığı yerlerde otlar bitmesin,

        İçme koyun içme, haydi dön geri,

        Sözümü tutmanın şimdi tam yeri.

 

        Koyunlar iniyor tepeden, ama ne iniş!.. Yürümüyor, koşuyorlar; koşmuyor, uçuyor koyunlar. Koyunların yüreği yanık. Çoban korkulu. Ver ediyor kavala. Bir bir adlarını sayıp döngeri etmek istiyor koyunları:

 

        Hangi çoban size kaval çalacak?

        Taze çimen, mor sümbüller solacak,

        Gülhanım’ın gönlü öksüz kalacak,

        Kanlım olma ak koyunum dön geri.

 

        Ak koyunum koyunların beyidir,

        Kara koyun yüreğimin yağıdır,

        Yaylası da Üç Kapılı Dağıdır,

        Kanlım olma ala koyun, dön geri.

 

        Sürü suya yaklaştıkça yaklaşıyor. Girdiler girecekler. Karakoyun duruyor birden. Kulak veriyor kaval sesine. Biraz daha yalvarmalı, biraz daha umutlu çalmaya başlıyor çoban. Kaval kavallıktan çıkmıştır artık. Kaval, kaval değil; doğa yaratığı bir dil olmuştur. Bir dil olmuştur ki, koyunların anladığı lisandan konuşur. Ağlar. Yalvarır. Umutlanır. Velhasıl, her bir duyguyu alır çobandan, götürür kara koyun’un kulağına koyar.
En çok kara koyuna güvenmektedir çoban. En çok da kara koyundan korkmaktadır. Neden derseniz. Kara koyun kinci koyun. Yaman koyun kara koyun. Sürü kendi başına gidiyor, kara koyun kendi başına. Ayrılıyor sürüden, bir koşu varıp suya ulaşıyor. Uzatıyor kafasını suya. Uzatıyor ki içti içecek suyu. Çoban daha içten daha yalvarmalı üflüyor kavalını:

 

        Sürüden ayrılma kara koyunum,

        Sulağa sarılma kara koyunum,

        Gördünse darılma kara koyunum,

        Kanlım olma kara koyun, dön geri.

 

        Kuzunu taşıdım bahar çağında,

        Gezdirdim, otlattım Çiçekdağı’nda,

        Kurutma gülümü gönül bağımda,

        Kanlım olma kara koyun, dön geri.

 

        Kara koyun meler. Zıplayıp çıkar çayın kıyısına ve fırlayıverir birden sürünün önüne. Öyle bir yay çizer ki koyunların önünde, hızları kesilir. Yavaşlar dururlar birden. Sonra kara koyun önde, sürü peşinde ağır ağır girerler suya. Girerler ki bir tek koyun kafasını uzatmaz suya. Kara koyun tırnak tırnak atar suyu. Boz bulanık olur suyun yüzü.

        Güneş bir yandan, üç gün üç gecelik tuz yalayış bir yanda, susuzluk bir yandan. Dayanamaz koyunlar susuzluğa. Ama kara koyun durur mu? Öyle çekip çevirir ki sürüyü, bir teki bile suya uzatmaz kafasını. Vurur geçerler suyu. Çobanda bir heyecan, bir telaş, bir sevinç. Hepsi karışır birbirine.

        Oba beyi şaşkın. İhtiyar meclisi hafiften sevinçli. Kara koyun sürünün başında. Çoban bu kez yalvarmayı bırakıp bir minnetle dillendirir ki kavalı; neler der, neler demek ister onu kendisi, bir de kavalını anlayanlar bilir.

        Böyleyken böyle. Çoban kazanır davayı. Gülhanım’a kavuşur. Ancak oba beyi, kızıyla çobanı evlendirmeden önce sorar: “Doğruluğunu, yiğitliğini kanıtladın oğul. Ama anlamadığım bir şey var. Kara koyun neden diğer koyunlardan aynldı ilkin? Kinli kinli suya girdi. Sonra sana bakıp da suyu içmekten vazgeçti.” Çoban yeniden sarılır kavala, soruyu kavalıyla cevaplar:

        Yıllar var ki koyunları güderim,

        Akşam gelir, sabahları giderim,

        Koyun gibi, aşkımı da güderim,

        Bağışla suçumu beylerin beyi.

 

        Eridim su gibi, ama akmadım,

        Ne çiçeğe ne çimene bakmadım,

        Geceleri ışık bile yakmadım,

        Bağışla suçumu beylerin beyi.

 

        Gülhanım aşkında bana adaştı,

        Kapandı gözümüz, gönlümüz taştı,

        Bir gündü dudağım biraz yaklaştı,

        Bağışla suçumu beylerin beyi.

 

        Sel oldu çağlattı kara koyunum,

        Yüreğim dağlattı kara koyunum,

        Bunları anlattı kara koyunum,

        Bağışla suçumu beylerin beyi.

 

        Der ve kavalı bir yana atıp eline sarılır oba beyinin. Oba beyi de kucaklar çobanı. Gülhanım derseniz, sevincinden uçuyor. Sonunda onlar da erer muradına.

 

        * Kara Koyun türküsünün hangi yöreye ilişkin olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Söz konusu türkünün Yozgat, Adana, Nevşehir Kırşehir yöresiyle ilişkilendirilmesi bunların başında gelir. Ancak ağırlık Yozgat üzerindedir. Böylesine güzel bir öyküye sahip türkünün bu derece benimsenmesi doğaldır. Bu türkü artık ulusumuzun ortak değeri durumuna gelmiştir. Önemli olan da budur.

 

        Alıntı: Öyküleriyle Türküler 1, Yaşar Özürküt, Ada Müzik, İstanbul, 2003.

 

        MUSA TÜRKÜSÜ *

Bal koydum bal tasına,

Havlunun ortasına.

Şavga kekil kestirmiş,

Musa’nın sevdasına.

 

Çift güvercin uçtu mu?

Gün avluya düştü mü?

Kurban olduğum Musa,

Gönlün benden geçti mi?

 

Bahçenizde gül var mı?

Gül dibinde yol var mı?

Musa’m bize gelirse,

Karyolada yer var mı?

 

Bahçemizde gül de var,

Gül dibinde yolda var,

Musa’m bize gelirse,

Karyolada yer de var.

 

Albar’ın mezerliği,

Top biter üzerliği,

Yozgat valisinde yok,

Musa’nın güzelliği.

 

        Öyküsü

        Olay, Yozgat ili, Sorgun ilçesi Dikir Boğazı’nın bir köyünde geçer. Köyün çevresi bağlık-bostanlık, toprakları verimli, hayvanları doğurgan, insanları cömerttir. Devlet; toprakları verimli, insanları çalışkan olan böyle bir köye bir kooperatif yaptırıp başına da bir memur gönderir.  Kooperatifin açılışı ile köye bir canlılık gelir. Köyün kadınları, kızları gömleği ütülü ve kolalı kravatlı birini ilk defa görürler. Kâtibi çok beğenirler.

        Kâtip; eli yüzü düzgün, yakışıklı birisidir. Üstelik de bekârdır. O dönemlerde devlet memurluğu itibarlıdır. Genç kızların hayali bir devlet memuru ile evlenmektir. Kâtip hanımı olmak da kolay değildir, aynı zamanda herkesin ulaşacağı bir makam da hiç değildir. Kâtip hanımı olmak için güzellik olacak, akıl olacak, hepsinden önemlisi de talih olacak. Kâtip hanımı olunca bağ bahçe işi olmayacak, elbise temiz olacak, üst baş tezek kokmayacak. Elleri nasır bağlamayacak. Evi on dört numara gaz lambası aydınlatacak. Herkes ona imrenecek, üstelik adının yanına Ayşe Hanım, Elif Hanım gibi hanım sıfatı gelecek.

        Kâtip Musa; devlete sırtını dayamış, maaşı, parası pulu olan birisiymiş. Köyün gençleri de onu kıskanırmış. Musa’nın daireye geliş ve gidişleri bir merasimmiş. Köyün bütün kızları kapı aralarından onu seyreder, onu görebilmek için çeşme başında biraz daha fazla beklermiş. Köyün ağasının da Şefika adında güzel mi güzel, yeni yetişip gelen bir kızı varmış. Köylü ona, “Şavga!” dermiş. Şavga, ağa kızı ve biraz da güzel olduğu için Musa’yı fazla önemsemez, onun da köyün öteki gençleri gibi olduğunu düşünürmüş.

        Şavga, bir gün helkelerini alıp çeşmeye su doldurmaya gitmiş. Helkelerini doldurup gelirken aniden Musa ile karşı karşıya gelmiş. Bir an bakışları karşılaşmış, Şavga biraz şaşırmış, eli ayağı titremiş, yüreğine ılık ılık bir şeylerin aktığını hissetmiş. Utancından yüzü kızarmış. Onların birbirlerine âşık olduğuna kuşlar tanık olmuş.

        Şavga ile karşılaşmasından sonra Musa’nın gözüne uyku girmemiş. Nereye gitse, ne yapsa hep aklında Şavga varmış. Hep onu düşünür, hep onun hayali ile yatar kalkar olmuş. İçinden hep Şavga’nın evinin çevresinde dolaşmak geçiyormuş.

        Acılı günler birbirini kovalamış. Aşklarını açıklayacak yer ve zaman bulamamışlar. Bir gün ay ışığının olmadığı zamanda dam ardında buluşmuşlar. Aşklarının yüceliğinden söz etmişler birbirlerine. Birbirlerine söz verip yemin etmişler. Zamanla bu aşkı taşıyamaz olmuşlar. Bu aşk kulaktan kulağa duyulmaya başlamış.

        Musa köyün ileri gelenlerini Şavga’ya dünür göndermiş. Belki de en uygun olanını yapmış. Ama Şavga’nın babası böyle düşünmüyormuş. Kızını kendisi gibi zengin birine vererek gücüne güç katmak istiyormuş. Bu nedenle, gelen dünürcüleri geri çevirmiş. Musa, bıkmadan usanmadan dünür göndermeye devam etmiş. Tüm aracılar Şavga’nın babasını yola getirememiş. Sonunda ağa, “Benim gurbete verecek kızım yok!” diyerek kestirip atmış. Önceleri sevdiği Musa’dan nefret etmeye başlamış.

        Musa’nın sülalesi ve arkası yokmuş. Gurbet ellerinde tek başınaymış.

        Ağa, “Musa bana göre damat değil.” diye düşünürmüş. Musa’nın tayinini başka yere yaptırmak için uğraşmış, çünkü kendi itibarının sarsıldığını sanıyormuş. Sonunda Musa’nın tayinini yaptırmış.

        Şavga, Musa’nın köyden temelli gideceğini duyunca yıkılmış; dünyası kararmış. Annesine, babasını razı ettirmek için yalvarmış. Eğer bu iş olmazsa kendini  öldüreceğini söylemiş.  Evlerinin avlusuna oturup kavuşmaları için günlerce yalvarmış Tanrı’ya. Şavga’nın bu hâline komşuları çok üzülmüş. Çünkü aşkın böylesine ilk defa tanık olmuşlar.

        Şavga’nın ağzından dökülen dizeler okuma yazma bilenler tarafından not edilmiş. Musa, arkasından söylenen şiirleri, ağıtları duymuş. Ama bu ağıtlar ve türküler Dikir Boğazı’na sığmamış, nağme olup dillerden dökülmüş. Bu tarihten sonra her zaman Musa’nın türküsü çalınıp söylenir olmuş.

 

  * Tüm araştırmalarıma karşın Musa Türküsü’nün ezgili söylenişine rastlayamadım.