Ünlü süvarilerin, harp meydanlarında kahramanca dövüşen Türk yiğitlerinin harman olduğu diyar, Bozok Yaylası’nın çocukları, var olun! [Mustafa Kemal Atatürk (3 Şubat 1934)]
Anılar
ATATÜRK’ÜN YOZGAT ANILARI
KIŞ KIYAMET, YOL YOK, DOKTOR YOK
Henüz “Atatürk” soyadını almamış olan Gazi Mustafa Kemal, 15 Ekim 1924 gecesi Yozgat’a gelir. Geceyi, eşi Latife Hanım ile birlikte şimdi “Sakarya Anaokulu” olarak hizmet veren Miralay Şerif Bey Konağı’nda geçirir. Ertesi sabah, Hükûmet Konağı’nda öğretmenlerle ve diğer memurlarla bir toplantı yapar.
Toplantıda Atatürk’e, Yozgat’ın 400 kilometreye varan yollarının baştan başa onarıma muhtaç bir durumda olduğu, yeniden 100 kilometre yol yapılması gerektiği aktarılır.
Yozgat’ta “sükûn ve asayiş” yerindedir. Vakıflara ait emlakın yenilenmesi ve onarımına girişilmiştir. Göçmenlerin durumu nispeten iyidir, ama ilçelerin hiçbirisinde doktor yoktur ve koskoca “Yozgat Hastanesi”nde doktor olarak yalnızca bir operatör bulunmaktadır. Halk, Mustafa Kemal’den doktor istemektedir.
Mustafa Kemal, yanındaki milletvekillerine dönerek, “İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerdeki doktorları bütün milletin hayatı ve sağlığı ile ilgilendirmek çarelerini bulmalıyız. Bu böyle olmaz!” der.
BİLMEMİZ GEREKEN BİZİM GELDİĞİMİZ YOLDUR
“Yol” konusu, Mustafa Kemal’in 3 Şubat 1934’te Yozgat’a yaptığı ikinci ziyarette de gündeme gelir.
O yıl şiddetli bir kış yaşanmaktadır. Mustafa Kemal, illerin durumunu görmek ve incelemek üzere yine yola koyulmuştur. Çamura bata çıka ilerleyen arabası bir ara çamura saplanınca, kendisi de inip arabayı itmek zorunda kalır. Bin bir güçlükle Kırşehir’e ulaşılır.
Şehrin girişinde Vali Bey, frak diye tabir edilen kıyafeti giyinmiş ve silindir şapkasını takmış bir durumda Atatürk’ü karşılar.
Mustafa Kemal, “Vali Bey, bu kıyafet nereden icap etti?” diye sorar. Vali, resmî karşılamalar genellikle bu biçimde yapılır anlamında, “Efendim, yol ve erkan…” diye söze başlayacak olur, ancak Mustafa Kemal sözünü keser: “Bilmek lâzım olan bu yol değil, bizim geldiğimiz yoldur.” diyerek, Kırşehir yollarının bozukluğunu ima eder.
Mustafa Kemal, Kırşehir’den Yozgat’a gelirken daha il sınırında Vali Bekir Sami, onu kamyon ve yol açma ekipleriyle karşılayınca, Mustafa Kemal, memnuniyet ve takdirini şöyle dile getirir: “İşte, yol bilen vali böyle olur…”
Mustafa Kemal, Yozgat Valisi Bekir Sami Bey’e “Baran” soyadını da bu ziyaretinde verir…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Sivas Kongresi’nin sona ermesinden sonra İstanbul Hükûmeti’nin gönderdiği Bahriye Nazırı Salih Paşa’yla görüşmek üzere Amasya’ya gittiklerinde, Amasya panayırında yapılan güreşte, kendisini alkışlayanlardan memnun kalıp mülakata gelen Ruşen Eşref Beye,
ꟷ Bak birader, böyle milletten nasıl ayrılırsın? Bunların içinde perişan gördüğün insanlar yok mu? Onlarda öyle yürek, öyle cevher vardır ki olmaz şey! Çanakkale’yi kurtaran bunlardır. Kafkas’ta ,Galiçya’da, şurada burada aslan gibi çarpışan, mahrumiyete aldırmayan bunlardır. Şimdi bu adamcağızların seviyesini sosyal bakımdan yükseltmek herhangi bir hükûmetçilik hırsından daha iyi değil midir? Bu insani mücadelelerin yanında siyasi mücadeleler bayağı kalır değil mi ya? Siyasi savaşların çoğu yararsızdır. Fakat toplumsal mesai her vakit için verimlidir. Bizim aydınlar buna çalışmalı, neden Anadolu’ya gelip uğraşmazlar! Neden milletle doğrudan doğruya temasta bulunmazlar! Memleketi gezmeli, milleti sevmek böyle olur. Yoksa sözde sevgi fayda vermez, derler.
Bu düşüncesiyle Atatürk’ün 29 Ağustos 1924’te Afyon’dan başladığı sonbahar yurt gezisi; Marmara’dan Karadeniz Bölgesine, buradan da Erzurum ve çevresinin uğradığı deprem felaketi dolayısıyla Doğu Anadolu’ya uzanmıştı.
Atatürk; Kayseri, Yozgat ve Kırşehir’den sonra Ankara’ya dönüyordu. 15 Ekim 1924’te yağmurlu bir gündü, Atatürk o gün Kayseri’den Yozgat’a geçecekti. Yozgat Valisi Aziz Bey, konukları almak üzere Kayseri’ye kadar gelmişti. Yağmur dinse mesele yoktu. Ne var ki yıllardır böyle bir yağmur görülmemişti. Yollardan endişe edenler vardı. Aziz Bey,
ꟷ Yozgat büyük kurtarıcıyı bugün, bu gece aralarında görmezse gözüne uyku girmez. Hareket edelim, dedi.
Öğleden sonra hareket ettiler. Gece geç vakit deyince Yozgat’a geldiler. O gece yediden yetmişe Yozgat ayaktaydı. Hem de yağmur altında … Herkesin elinde bir fener vardı. Birkaç yüz atlı, şehrin dışında Atatürk’ü karşılayıp bir ışık seli Elekçi Yokuşu’ndan Yozgat’a aktı. Yozgat Halkının Atatürk’ten dilekleri yol, Hastaneye doktordan toplanıyordu. Koskoca Yozgat hastanesinde doktor olarak bir operatör vardı. İlçelerin hiç birinde doktor yoktu. Atatürk yanındaki milletvekillerine dönerek,
ꟷ İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerdeki doktorları bütün milletin hayatı ve sağlığı ile ilgilendirmek çarelerini bulmalıyız. Bu böyle olmaz, dedi.
İkinci Gelişleri:
Korkunç bir kış günü Atatürk sabaha karşı şu emri verdi:
ꟷ Bu kışta kıyamette memleketin ne hâlde olduğunu görmek istiyorum. Otomobiller gezmeye çıkacağız.
O sene kış o derece şiddetliydi ki, yollardan değil otomobillerin, kurtların dahi geçmesi zordu. Buna rağmen Kırşehir istikametinde yola çıkıldı. Yoldan bin bir güçlükle hatta Atatürk’ün otomobilinin batığa saplanması ve bizzat bir ara kendisinin bile itmeye mecbur kalması durumuyla ilerliyorlardı. Sonunda, zorluklar içerisinde Kırşehir’e varıldı. Şehrin kapısında Vali Bey, frakını ve silindir şapkasını giymiş bir şekilde Atatürk’ü karşılıyor. Atatürk,
ꟷ Vali Bey, bu kıyafet nereden icap etti, diyor.
Vali,
ꟷ Efendim, yol ve erkân, diye söze başlayacak oluyor. Atatürk, hemen sözünü kesiyor:
ꟷ Bilmek lazım olan bu yol değildir. Bizim geldiğimiz yoldur, diyor.
Atatürk; Kırşehir’den Yozgat’a gelirken daha vilayet hududunda Vali Bekir Sami, yol açma ekipleriyle Ata’yı karşılayınca Ata’nın ilk hükmü şu oluyor:
ꟷ İşte, yol bilen vali böyle olur.
2 Şubat 1934 günü Yerköy İstasyonunda geceyi geçiren Atatürk; resmi bir karşılama yapılmamasını tebliğ etmesine karşın Yozgat halkı, hazırlanıp bir heyet olarak kentin namına Yerköy’e gitmiştir. Yerköy’den hareket edildiğini işiten Yozgatlılar, şehir sınırlarının çok ilerisinde Ata’yı karşılamaya çıkmışlardır. Ata, Sarayköy’den geçerek 3 Şubat 1934 Cumartesi günü saat 16.20’de kente girmiştir. Heyecanla bekleşen halkın coşkun alkış tufanı,
ꟷ Yaşa, varol, çığlıkları içinde Ata, otomobilinden inmiştir.
Akşam karanlığı basmasına rağmen halk soğuk ve karlı havada Atatürk’ü bir daha görmek için Vilayet Konağı’nın etrafından ayrılmamıştır. Yozgat halkı; asil sevgisini göstermek amacıyla gece muazzam bir fener alayı düzenlemiştir. Beli bükük yaşlılardan, levent yapılı gençlere kadar halkın bir sel gibi aktığı bu olay, önde Halkevi bandosu eşliğinde ve tezahüratla Vali Konağı’nın önüne gelince bu sınırsız heyecana karşılık veren Atatük,
ꟷ Çok duygulandım. İçimden cidden tatlı sevincin heyecanı var. Yozgat’ın yüksek ve asil halkına teşekkür eder, dinlenmelerini dilerim, demişler ve fener alayındakilerin coşkun heyecanı sonunda,
ꟷ Yozgat’ta açık bir canlılık var. Ne güzel samimiyet ve heyecan gösterildi, ifadesinde bulunmuşlardır.
Atatürk: bu esnada Vali Bekir Sami Bey’e de,
ꟷ Geçmişteki hizmetleriniz i bilirim. Bugünkü etkinliklerimizin verimli sonuçlarını yerinde gözümle gördüm. Teşekkür ederim. Arzu ederim ki Bekir Sami. yanına bütün bu havalinin öz Türklerince ‘Şahika’ anlamında olan ‘Baran” soyadını alasınız. Size yakışan da budur.” demişlerdir.
Atatürk, vilayet hakkında bilgi aldıktan sonra Vali’ye,
ꟷ Hükûmet merkezinin yanı başında havası ve suyu ile bedii manzara ve tarihi harabeleriyle, yararlı kaplıcalarıyla önemli bir şehir olan Yozgat’ımızın bayındırlık yolunda ilerlemesinin her şeyden önce Yerköy-Yozgat yolunun asfalt yapılmasını, Çamlım’ın dışarıdan ziyaretçi çekecek bir duruma getirilmesi için ihtiyaca yeter binalar yaptırılmasını ve Çamlık’ta kendilerinin de bir köşk yaptırmak istediklerini, kaplıcaların uygar ve çağdaş ihtiyaçlara göre düzeltilmesini” emir ve işaret buyurmuşlardır.
Halkın, kendisinden ayrılmış acılarını hisseden Atatürk,
ꟷ Tekrar gelir, sizlerle daha çok konuşurum. Hele güzel Çamlık’ımızda mutlaka kalmak isterim. diye Yozga’lıların gönlünü almışlardır.
Yozgat şehri ve kahraman halkı, şerefli Cumhuriyet tarihimizdeki mutlu yaşayışını, Cumhuriyet’le birlikte sonsuza dek sürdürecektir.
Ruhu şad olsun.
İSMET PAŞA’DAN KAVURGALIYA ALTIN SAAT
Kavurgalı, Yozgat-Sorgun yolunun 13. kilometresinde şirin bir köyümüz. Kavurgalı da eli silah tutanların arasından Karafakılar’ın civan Süleyman’ı göndermiş vatan için. Civan Süleyman; burnunun dibindeki Yozgat’ı görmeden Muşları, Yemernleri görmüş. Yaralanmış, dönmüş, Millî Mücadele’ye girmiş.
Atatürk ve İsmet Paşa orduyu teftiş ediyorlar. Mangaltepe mutlaka kurtarılmalı Yunan işgalinden. Gönüllü istenir. Bozok’un üç yiğidi üç adım öne çıkar. Üç yüz gönüllüyle Mangaltepe’yi alacağını söyler. Üç yüz gönüllü, üç yüz Süleyman, üç yüz iman dolu kurşun…
Süleyman’ın Bozok’tan doldurduğu nefesinin ateşi kül eder Yunan’ı, Mangaltepe’yi yakar. Düşman gafil avlanmış, akşama doğru Mangaltepe’nin tepesinde, Yozgatlı Sülaymanın çelik bileklerinde şanlı Türk bayrağı dalgalanıyor.
İsmet Paşa çok duygulanmıştır. Öper yiğidimizi. O an üzerinde olan altın köstekli saatini Süleyman’a şeref madalyası niyetine verir.
Savaş biter. Döner gazimiz Süleyman Kavurgalı’ya. Memleket perişan, tabii Süleyman da perişan. Bağa, bahçeye, tarlaya günlüğe giderek geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Bu arada İsmet Paşa’nın hediye ettiği altın saati de bağda uyurken çaldırmıştır.
Süleyman’ın durumu İsmet Paşa’ya bildirilir. İsmet Paşa çağırtır Mangaltepe’nin kahramanını yanına. Onu Samsun’a su işleri müdürü olarak atar.
İhsan Yüzbaşıoğlu
Alıntı: 1995 Yozgat Kültür Takvimi
DİĞER ANILAR
ANILAR
Eski büyükler anlatırlardı: Çapanoğlu beylerinden birisinin hanımı, beğenip satın aldığı pahalı bir kumaştan kendine bir elbise diktirir. Ailenin hizmetkârlardan birinin hanımı da elbiseye, daha doğrusu elbisenin kumaşına hayran olur. Aklı kumaşın güzelliğine takılır kalır. Ne yapar eder, kocasını razı eder; o da aynı kumaştan alıp kendine bir elbise diker. Bir düğünde de büyük bir hevesle giyer. Kadıncağızı düğünde görüp de çekemeyen birisi bunu hemen beyin hanımına yetiştirir. Hanım hem üzülür hem de, “Böyle pahalı bir kumaşı nasıl aldı?” acaba diye meraklanarak beyine konuyu açar. Bey hemen hizmetkârını çağırıp, “Evladım bu ne hâldir? Karına benim karımın aldığı kumaşın .aynısından almışsın, o da dikinip giyinmiş. Senin kazancın ne ki de karına böyle bir kumaştan elbise alabiliyorsun? ”diye sorar. Adamcağız ezilip büzülerek şöyle der: “ Beyim, çok affedersin; kazancımız malumunuzdur. Ama benim hanım, hanımımın üzerindeki elbiseyi görünce çok beğenmiş. Tutturdu, “İlle ben de o kumaştan bayramlık bir elbise dikinmek istiyorum.” diye. Ben de dayanamadım, elde avuçta ne varsa verdim çaresiz. Ne yapayım?” der. Adamın verdiği cevap beyin yüreğine hançer gibi saplanır, bey çok üzülür. Eve gidince hanımına, “Bana şu yeni diktirdiğin elbiseyi getir bakayım.” der. Hanımı elbiseyi getirince de götürüp tandırda yakar. Üzüntü ve şaşkınlık içindeki eşine de, “Yahu, biz fakir fukaraya kötü örnek oluyormuşuz da farkında değilmişiz.” diyerek gönlünü alır.
Abdülkadir Çapanoğlu
Alıntı:Yozgat gazetesi 26.05.2012
İLK BAŞKANLIK
Köy Enstitüsü’nde derslerimiz çok ağır ve yoğundu. Günde 8 saat ders yapardık. Sabahın ilk ışıklarıyla yatakhaneden kalkar sınıflara etüt, yani mütalaa yapmaya giderdik. Mütalaadan sonra kampana çalınca spor sahasına geçip spor yapar, daha sonra da yemekhaneye geçip sabah kahvaltımızı ederdik. Kahvaltıdan sonra okulun önünde içtima (toplanma) yapılır, yoklama alınır ve ant söylenirdi. Bu neşe ve zindelik içinde saat sekizde derslere girilirdi. Derslerin süresi 50 dakika idi. Bu programları bir öğrenci başkanı ve eğitim kolları yönetirdi. Ayrıca disiplin kurulumuz vardı. Bu kurul dersleri iyi, çalışkan dördüncü ve beşinci sınıflar arasından seçilirdi. Her kurul için iki aday olurdu. Seçimler hafta sonunda bayrak töreni sırasında yapılırdı. Bu seçim her hafta yinelenirdi. Seçilebilmek için arkadaşların sevgisini kazanmak, onların güvenini kazanmak çok önemliydi. Seçimler demokratik bir ortamda ve çok zevkli ve çekişmeli geçerdi. Bilhassa Kayserililer ve Yozgatlılar arasında büyük bir rekabet yaşanırdı. En çok oy alan başkan olurdu. Ben de öğrenci başkanlığı için aday oldum. Seçim çok çekişmeli geçti. Oylar sayıldı eşit görülür gibi oldu. Heyecan çok yüksekti. Tekrar sayıldığında benim kazandığım anlaşıldı. Seçim, Eğitim Başı Emin Güner’in gözetiminde yapılmıştı. Bu olay, yaklaşık 65 yıl önce demokrasinin ne kadar ileri olduğunu göstermeye yetiyor, sanırım.
Kayserili arkadaşlarımız çoğunlukta olduğu hâlde Yozgat’tan gelen ben, başkan seçilmiştim. Bundan sonra sıra ile hamam, kiler, fırın, çiftlik başkanlıkları yaptım.
Günlerden bir gün beşinci sınıfa ikmalsiz geçmiştim. Üçüncü sınıfın da çiftlikte nöbeti vardı. Çiftlikteki işleri organize ediyordum (Buğday, arpa, burçak, fidanların sulanması, kümes hayvanlarının bakımı, ahırda atlar vardı. Onların tımarı bakımı vs.)….
Okulun ilk mezunları 1947-1948-1949 yıllarında kursa geldiler. Ben onları hiç görmedim. Yani okula varmadan önce 1944 yılında mezun olmuşlardı. Onlara yemekhaneyi, yatakhaneyi ve çok görkemli ana binayı gezdirdim. Onlara ayran ikram ettim. Bu kursa gelen ağabeylerle tanıştığımda aralarında Bahadınlı Arif Baş ve Gazi Koç, Esenli Ali Şahin’in de olduklarını gördüm. Yapılan bu hürmet ve iltifat üzerine, “Başkan bey nerelisiniz?” diye sordular. Ben de “Yozgat ilinin Sorgun ilçesine bağlı Alcı köyündenim” deyince beni kucaklayıp öptüler. Çiftliğe gelen, kursa iştirak eden ağabeylere tanıttılar. “Arkadaşlar gördünüz mü çiftliğin idarecisi Yozgatlı ve Sorgunlu” dediler. Bu da bana çok kıvanç ve gurur verdi. Kendilerini tanıttılar. O gün bugün tanışıklığımız devam eder. Sağlıklarının iyi olduğunu duyuyorum.
Faik Birol
Alıntı: Faik Birol, “Bozkırdaki Fener”
Not: 1931 yılında Yozgat’ın Sorgun ilçesinin Alcı köyünde doğmuş olan Faik Birol, Pazarören Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra Anadolu’nun çeşitli yörelerinde öğretmenlik yapmış değerli bir eğitimcidir.